21 Ağustos 2016 Pazar

Düşünce Günlüğü


Eveeeet....Gece paylaşımı yapılmaz böyle derseniz anlarım fakat yarına yaylaya yolculuk varsa efendim gitmeden güzel şeyler yapmak istersiniz😊 ilk defa yaptığım bu tarifi herkesler çok beğendi. 
Biliyorum çok güzel pastanelerimiz var şehirlerimizde, fakat kendi elimizle yaptığımız hamur işleri bir başka oluyor sanki. Seviyorum hamur işleriyle uğraşmayı her ne kadar yaptığım kadar yemesem de (iyi ki yiyemiyorum çünkü çok çabuk kilo alan birisiyim) yapmak bir çeşit terapi gibi. Düşüncelerim benim fazlasıyla yorduğunda kendimi mutfakta bulurum, farkına dahi varmadan. Çok fazla yemek çeşidi bilmem belki ama uğraşı ve öğrenmek isteği çocukluktan yadigar hele ki bir Adanalı olarak adana yemeklerini yapmayı bilmemem büyüklerin tabiriyle yeni nesil olduğumun göstergesi olsa da öğreneceğim eninde sonunda. İsraf etmeden düşüncelerimi yaptığım yemeklerle yorgunluk atacağım. Yazarak yorgunluğumu anlatacağım yemeklerle de yorgunluklarımı azaltacağım. Hayat insanın karşısına neler çıkacağının toplamı olan bir kitabın adı gibi. Bu ara sıklıkla düşünüyorum. Bir kitabın sayfasını açmadan önce kapağına bakarız değil mi ben kitabın arkasına bakarım hatta son sayfayı okurum kimi zamanda. En çok bu huyuma kızıyorum. Güvenli adımlar atmaya çalışırken kaçırdığım anların pişmanlığına kızıyorum. Öğreniyorum. Bazı duygular öğrenilir bazıları ise bin bir zorlukla zaten senin ruhuna kazınmıştır,  biliyorum. Yolculuklara alıştım seviyorum da. Fakat yaş aldıkça alışkanlıklarıma daha çok bağlandığımı fark ediyorum. Yol ayrımlarında kendi cesaretsizliğime kızsam da alışıyorum.
    Alışkanlıkların hayalleri yavaş yavaş tükettiğini öğreniyor insan. Ve ne kadar güçlü olduğunu anlıyor insan tüm bu alışkanlık ve düş kırıklıklarına rağmen yeniden hayal kurmaya başladığında... Asla kararlarınızda arada kalmayın. En kötü karar, kararsızlıklar dan iyidir diye boşuna söylememişler. Yavaş yavaş da olsa anlıyor insan yeniden hayal kurmaya başladığında. Hayaller yaşamın gülen yüzü değil mi...

16 Ağustos 2016 Salı

NOTHING HILL

NOTHING HILL

Bugün garip bir Ağustos günüydü...
 Sıcaklığın yerini inanılmaz bir rüzgara
 bıraktığı güneşin yüzünü utanarak gösterdiği 
bir gün. İnsanlar gibi mevsimlerin de ruh
 halleri karışıyor ara sıra. Sanırım sonbaharı
 yavaş yavaş benimsemeye başladı 
Ağustos ayı. Eylül yalnız bir ay. 
Yalnız ve sakinliğin ardında koşuşturmalı 
bir ay. Evde sıkıntıdan ne yapmalıyım 
derken;yıllar önce izlediğim Notting Hill filminden bir görüntü aklıma takılıyor. Hugh Grant'in mevsimleri yaşayan o yalnız yürüyüşü... Bilinçaltım sonbahar sevgisini 
acaba o sahneden mi aldı bilemem 
fakat filmden çok o sahneye hayran 
kalmıştım. Aşk Engel Tanımaz... 
İzlemiş olanınız mutlaka vardır. Müthiş bir 
klasik olan bu film benim için sonbahar güzelliğinde olan bir filmdi. Yazın canlılığının uğurlandığı fakat sonbaharın ruhundaki kışın capcanlı yaşadığı bahar tadında bir aşkın filmiydi. Aşk hikayesi bir yana
 Hugh Grant'in kitapçı dükkanında
 kaybolmak istediğimi hatırlıyorum.
 Neden bulunduğum şehirde öyle bir kitapçı dükkanı yok diye üzülmüştüm. Sanırım 
saatlerce ellerim kitap raflarında aradığım 
kitabı bulmak bahanesiyle durabileceğimi düşünmüştüm. Filmlerdeki ayrıntılar 
izleyenlerin zihninde bir başka dünyanın
 kapısını açıyor sahiden de.
 Filmdeki kitapçı dükkanı, mevsimler ve 
Hugh Grant karakterinin yani Will Thacker'ı bakışlarıyla, çekingenliğiyle en çok da 
gülüşüyle belki de karakterin kendisinin ile inanamadığı zamanlarda ortaya çıkan
 cesareti ve Anna'nin(Julia Roberts)
 
"I'm also just a girl, standing in front of a boy, asking him to love her." 
cümlesi filmi akıllara kazıyan ayrıntılar 
değil mi? Anna'nın bu cümlesinin 
saflığı insanın kalbini yakalıyor. 
Eski ve yeniye dair. Tıpkı bir kar küresi gibi tepetaklak olduğunda dünyamız; yanımızda sevdiklerimiz olsun isteriz değil mi... 
Bu yüzdendir arayışımız sonlanmaz. 
Bizi gerçekten sevecek insanlar bekleriz. 
Anna'nın kalbini açmasından sonra kendimi 
onun gibi değil de sevgisini beklediği 
insan gibi hissetmiştim. İnanmak isteyen fakat sonradan anlayacak olan fark ettiğinde de beklenilmeyeni yapan. 
Aşk hakkında sayılamayacak kadar hikaye, 
film ve şarkı yapılmadı mı? Yapılmaya da devam edecek. Aşkın hikayesine klişe demenin 
yanlış olduğunu düşünüyorum. ü
Klişe olan biziz. Zamanı kendimize suç ortağı yaparak düşüncelerimizin saflığını kaybetmekle kendimizi bir rutine kaptırdık.
 Herhangi bir koşuşturmada mutlu
 olduğumuza inandık. Kalabalıkların 
yalnızlığımızı örteceğini sandık. Oysa Anna ünlüydü fakat sıradan bir kız olduğunu  itiraf edecek kadar özeldi.

                     

Bu ikilinin uyumu hangi kelimelerle 
ifade edilirse edilsin bence mükemmel 
kelimesi en uygun olan. Bazı sahnelerde 
soğuk gelen o tavrı bu inanılmaz gülüşle 
kapatan Julia Roberts'a hayran olmamak 
elde değil. Hugh Grant'in bu film dışında izlediklerim arasında bu kadar 
sevdiğim filmi bir daha olmadı. 
İnsan sormadan edemiyor karakteri yaşatan onları oynayanlarsa zihinlerde kalanları 
canlı tutan bizler için daha kaliteli filmler yapılamaz mı... Son zamanlarda 
sinemaya gittiğimi unutacak kadar
 uzak kaldım sinemadan. 
Bu yüzdendir ki eski filmleri izliyorum.
 Benim için özel olanları da sizlere 
paylaşmaya çalışacağım. 
Duyguları ve hikayeleri özel kılan
 filmler olduğu sürece hayat daha güzel 
olacaktır....

13 Ağustos 2016 Cumartesi

GÜNÜN MUTLULUĞU


Hayatta görmeyi dilediğin mutluluklar vardır. Evim, arabam olsun tatile çıkabileyim yada en önemlisi bunları başarabilmek için bir işim olsun. Oysa insan mutluluğunu bu kadar çok maddiyata dökmeseydi daha insan kalmaz mıydı? Daha fazla insan olamaz mıydık... Daha duyarlı, daha nazik ve belki de daha fazla güler yüzlü. Biliyorum her birimizin hayatında STRES denilen kocaman harflerle yazılı beş harfçik gibi gözüken oysa gözüktüğünden çok daha fazlası olan bu kelime var. İşte, evde, okulda, otobüste, dolmuşta kısacası hayatın her yerinde bu yüzdendir ki arayışımız o mutluluğu.

 Bazen küçük bir kız çocuğunu elindeki balonuna sıkıca sarıldığı gibi uçmasından korktuğu için bizlerde mutluluklarımıza sığınıyoruz; üzüntülerimizde. Bu ay benim için bir kum saati gibi akıp gitmekte. Avuçlarımda tutmaya çalıştığım hatta sımsıkı sarmaya çalıştığım zaman kum tanecikleri gibi birer birer dökülüyorlar. Bu yüzden zamanı saklamaktan vazgeçiyorum; görmeye dinlemeye çalışıyorum. 

Gözler açıkken bile gözleri kapalı olabiliyormuş öğreniyorum. Kelimeleri seven bir insanım fakat kelimelere ihanet eden insanları gördükçe onlardan kelimelerimi korumaya çalışıyorum. Başarılı olabilecek miyim derken hayat bana işte gerçekten bak dercesine güzellikler çıkarıyor. O zaman anlıyorum ki umut gözle görülmeyen bir çiçek ve içimde yeşermiyor adeta ruhumda bir çiçek bahçesine çeviriyor her yeri. Bugünkü paylaşımım biraz benden biraz hayattan olsun istedim. 

Küçük sincapçığı anlık yakalayan ablama teşekkürler diyerekten çektiği bu fotoğrafı paylaşmak sizlerin de görmesini diledim. Bu günün güzelliği yüzlere mutluluk getiren tebessümü bıraktıran bu miniğe teşekkür ederiz efendim. :) Fazlasıyla utangaç olan minik varlığını bu hafta süresince hep hissettirse de bakmak için yanına yaklaştığımızda bizlerden kaçıyordu (Yaylada sincap hep olur fakat ilk defa bende bu kadar yakından görüyorum...) 

Penceremizde uzun uzun durduğunda anladık ki ya içeri girecek yada bizlere kendisini göstermek için bekliyor. Hemen yaklaştık fotoğrafını çektikten sonra kaçsa da uzaklaştığı yerden bizi izlemeye devam etti. Kim bilir belki bizde onun hafızasında yer edinmişizdir!!!:)

Not almalıyım; "mutluluk kişinin kalbine anlam kazanır. Büyüklüğü küçüklüğü hatta anlamlı olmasına bile gerek yoktur. Sadece görmeye çalışın..."cümleleriyle...