29 Nisan 2020 Çarşamba

DÜŞLER BAHÇESİ


Sanırım yaşanmış hikayeler ve kitaptan uyarlanan filmler oldukça ilgimi çekiyor.  Evdeyim ama son günlerde zaman daha da hızlı geçmeye başladı gibi hissediyorum. İki arada hemen bir film izleyeyim diyorum çünkü akşam hemen oluyor. Çok fazla blog yazısı yazmak istiyorum ama online sınavlarım var hala da çalışmış gibi hissetmediğim için biraz üzülüyorum.

 Çalışmak için de düzgün bir konsantrasyon gerekiyor. Kafamı toparlayamadığımda çalışmak yerine yeni tarifler deniyorum. Bu süreçte iyi yemek yapan birisi olmaya doğru gidiyorum :) We bought a zoo/Düşler Bahçesi filmi de izler izlemez hemen yorumlamak istedim. Güzel bir aile filmi. Aslında yeni başlangıçlar için sıfıra inme cesareti göstermenin hikayesi...

2 saat 4 dakikalık bu film 2011 yılı yapımı... Filmin ana hikayesi, Benjamin Mee(Matt Damon) ve onun ailesi üzerine. Karısını 6 ay önce kaybetmiş olan Benjamin oğlu Dylan(Colin Ford) ve kızı Rosie (Maggie Elizabeth Jonas) ile yaşamaktadır. 14 yaşındaki oğlu annesinin ölümünü atlatamamış, sorunlu bir okul hayatı döneminde babasını yorarken sevimli küçük kızı Rosie ise babası ile abisi arasında durumu anlamaya çalışmaktadır. Benjamin yeni başlangıçlar için ev ararken umulmadık bir evi gezerken bulur kendini. Rosie o eve hayran kalmıştır. Çünkü ev hayvanat bahçesinin içerisindedir.

                                   
        Scarlett Johansson(Kelly) çok güzel bir oyuncu. Bu filmde de hayvanat bahçesi sorumlusu olarak karşımıza çıktığında sadece gülümsese de olur dedim. Elle Fanning(Lily) o da hayvanat bahçesinde çalışmakta ve Kelly karakterinin kuzenidir. Evde eğitim gördüğü için Benjamin'in oğlu Dylan'in oraya taşınması ve arkadaş olmaya çalışması çok tatlı idi...

     Filmin ilk yarısı biraz durağan olsa da ikinci yarısında ki bence özellikle son yarım saat harika geçti. Umut ve umutsuzluk her daim yan yana yürüyen kardeş gibidir. Yıkıldığımız, sıfırı gördüm dediğiniz anda umut terazide ağırlığını koyar. Benjamin'in eşinin vefatı sonrası onun fotoğraflarına bakar duygulanması ve aslında uzun zaman bakamaması; oğlu ile sorunlarının üzerinden gelmesi, 
Dylan'ın sorunlarının ötesinde hassasiyeti ve Lily ile olan arkadaşlıkta verilen emek; Rosie'nin devekuşlarının büyümesini izleyip kalben bağlanması aslında hayvanat bahçesi çalışanları dahil gösterdikleri emek ve özen oldukça anlamlı bir filmdi. Filmin sonunda Benjamin ve ailesinin hayvanat bahçesinde yaşamlarını sürdürdüğünün de belirtilmesi güzeldi.

 Şimdilik yorumlarım bu kadar. Beklerim yorumlarınızı...

25 Nisan 2020 Cumartesi

GOOD OMENS

GOOD OMENS

Haberleri kimi zaman izlemek istemiyorsunuz değil mi? Çekirge istilası, virüs etkilerinin önümüzdeki senede görüleceği, okulların eylül ve ekimde açılması için çabalandığı ama telafi eğitimlerin belirsizliği derken bugün biraz daha dingindi düşüncelerim. 
Orucun ilk günü çok şükür güzel geçerken iftarımızı da yapınca elim bilgisayara gitti. Taslak halindeki yazılarımı bitirmeye karar verdim. Bu ara izlediğim diziler biraz fazla. Ama sezonluk dizilerde de kısa dizileri izlemeyi tercih ediyorum.

Kıyamet düşüncesine biraz farklı bakan fantastik GOOD OMENS hakkında notlarım,  6 bölümden oluşan mini bir dizi. David Tennat Doctor Who? dizisinde hayran olduğum büyük bir sempati beslediğim oyuncu ki bu dizi de bence oldukça iyiydi. Devamı gelmeli dedim dizi bittiğinde. Fantastik bir kitap uyarlaması olan dizinin konusu ise; şeytanlar ve melekler arasındaki büyük çekişme ve beklenilen hesaplaşmaya dayanıyor. 
Aralarındaki rekabet insanoğlunu da olumlu veya olumsuz etkileyerek dünya tarihini oluşturmuştur. 
Şeytan taraftarlarının büyük planı olan tarihte dünyanın sonunu getirmek ve bu durum için hazırlıklar gerçekleştirerek (dizide geri sayım bulunmaktadır) bir hafta sonra Cumartesi günü kıyameti getirmektir.
Bu plan doğrultusunda Crowley(David Tennat) a bir görev verilir. Bu görev on bir yıl önce doğan şeytanın oğlunu doğduktan hemen sonra bir aile yanına yerleştirilmesidir.
 Ancak büyük bir karışıklık olur şeytanın oğlu planlanan ailenin yanına verilmez. Crowley bu göreve talip olmasa da yapmak zorunda bırakıldığından istemeyerek de olsa karışıklıkta önemli bir rol almıştır. Cennet ile Cehennem arasındaki büyük hesaplaşma başlamak üzere geri sayım devam ederken bu savaşı önlemek için iki arkadaş çabalamaktadır. 
Şeytan Crowley ve Melek Aziraphale(Michael Sheen). Yanlış çocuğu izlediklerini fark etme yolculukları ve dünyanın sonunu getirecek olan şeytanın çocuğun peşine düşerler. Melek ve şeytan dostluğu pek alışılagelmiş bir durum olmadığından ikisi de hem arkadaşlıklarını hem de insanoğlunun sonunun gelmemesi için olan çabalarını gizli tutarlar. Ancak bilmedikleri şey ise çocuğun peşine başkaları da düşmüştür.
Bu dizide Gabriel karakterinin muntazam ses tonuna hayran kalmamak elde değil; başka karakterlerde var. 
Newton Pulsifer talihsizliği ama güzel gözleri, cadı kökenli Anathema'nın gözlükleri,kıyafetleri bence
izleyebileceğiniz diziler arasına girebilir. 
Beklerim yorumlarınızı...

21 Nisan 2020 Salı

STEFAN ZWEIG AMOK KOŞUCUSU

                                       
      Ramazan'a az kaldı değil mi!
 Sahur ile uyuma saati saati arasındaki dengeyi sağlayana kadar Ramazan ayı geçiyor ama seviyorum. Gecenin o sessizliğini hissederek beklemek güzel bir içe dönüş de sağlıyor. Düşüncelerinin berraklığı diyorum ben.
 Bu arada havalar 28 dereceyi görmeye başladı. Mayıs ayında 30 dereceleri çok rahat görürüz. Yaz mevsiminde doğan birisi olarak zaman geçtikçe akşam serinliği mevsimleri özleniyor sanırım. 

  Şu günlerde okumak istediğim
 çok kitap var özellikle; Kitap Hırsızı filminden sonra Kitap Hırsızı kitabı... Ama sipariş vereceğim sitede bulamadım. Stefan Zweign/Amok Koşucusu Mart ayında okuyup bitirdiğim bir kitap. Hatta elime alıp bitmeden bırakmadım.

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu kitabı ve Satranç kitabından sonra yazarın okuduğum üçüncü kitabı idi. Yazarın belirgin bir tarzının olduğunu düşünüyorum. Hatta hüzünlü. 
Ana karakterlerin gerçekten saplantılı düşünceleri bulunmakta ya da hayatlarında belirgin bir boşluk, hüsran başarısızlık duygusu ya da aşkın tanımlanamayan her hali, hezeyanları ve psikolojik travmaları... 
Şunu belirtmem gerekiyor; Zweig kitapları bir kez okuduysanız diğer kitaplarını mutlaka okumak istiyorsunuz. 
O içe çekiliş halini hissediyorsunuz. Kitap içerisindeki olay olurken sizlerde okumuyor aslında izliyorsunuz veyahut isimsiz bir kitap kahramanı oluyorsunuz karakterlerin farkına varmadığı...

Gelelim Amok Koşucusu kitabına; Amok(gözü kara, hiddetle saldıran ve öldüren) Malezya- Güneydoğu Asya bölgesinde ve bu bölge kültüründe "cinnet" halini ifade etmek için kullanılan bir tanım. Derin bir depresyon dönemi sonrası ortaya çıkan şiddetli delilik hali gibi, tedavisi mümkün değil son ise oldukça bilindik. Kitapta bu şekilde tanımlanıyor. 

Öyle ki köylüler amok koşucusuna acıyan gözler ile bakmaktan başka bir şey yapamazlar.
Bir deniz yolculuğu ile başlayan kitap sayfalarında yardım istemekle başlayan diyalogların aslında ruhsal açıdan anlatma ihtiyacının bastırılmaması ile devam ediyor. Şu alıntıyı paylaşayım;
"Bana anlatabilirdi... Ona hiçbir şey için söz veremezdim, ama onu dinlemeye hazır olduğumu söylemek bir insanlık göreviydi. Birini zorluk çekerken gördüğünüzde ona yardım etmek elbette bir insanlık göreviydi..."
Anlatan ve dinleyen ikileminde; 
anlatan doktorun büyük bir pişmanlığı sonuna kadar yaşayıp en sonunda ise Amok Koşucusu olma ruh haline doğru aldığı yolculuk, 
dinleyenin ise herkesin bildiği sıradan bir hikayenin aksine görünenden çok daha derin ve anlamlı olduğunu bildiğini ve kendine sakladığını anlatan bir kitap.

"Güvenin şartı samimiyettir, kayıtsız şartsız samimiyet."

"Size içimi açtığım ve duygularımı önünüzde sergilediğim için kendimi
daha iyi hissettiğimi sanmayın sakın. Hayatım paramparça ve hiç kimse onları yeniden bir araya getiremez.
Yazarın diğer kitaplarını da okuduysanız sonunu az çok tahmin edebiliyorsunuz ama
 ben başka bir son düşünmüştüm.
 En azından sona doğru farklı bir yol... 
Bence okuma listenize ekleyebileceğiniz kitaplardan...Beklerim yorumlarınızı...