25 Aralık 2016 Pazar

Kitapların Dünyası

Bu ara en iyisi kitapların dünyasına sığınmak... Anlamak en çok da anlaşılmak için. Önce insan kendinden başlamalı tanımayı dünyayı en çok da vicdanını yoklamalı. Vicdan bizimle birlikte doğarken unutuyoruz kendimizi katılaştırdıkça... Çeşitli bahaneler üretiyoruz sevgisizliğe. Ürettiğimiz her bir bahaneye de en çok biz inanıyoruz sonrasında. Öyleyse en çok kitapların dünyasına sığınmalı böyle zamanlarda. En azından benim düşüncem bu şekilde. 
Düzenli olarak hediye alan birisi değilim aslında. Hatta hediyelerimi çoğu zaman ben söylerim şöyle olsa böyle olsa diye. Yanı sürprizler pek olmaz hayatımda. Ancak kitap hediyeleri benim için çok önemlidir. Onlarda samimiyet olduğuna inanırım. Gerçek bir samimiyet. Bu alışkanlıktan da öte bir düşünce sanki. Neyse bu iki güzel hediyeden bahsedeyim en iyisi. Bu ay çok şikayet ettim şimdi ise sadece anlatmak istiyorum. Nermin Yıldırım'ın Unutma Dersleri kitabı beni tesadüfen bulmadı aslında. Bir yazı okurken yazının sonu unutma dersleri alıntısıyla bitirilmişti. Çok dikkatimi çekmişti. Yanlış hatırlamıyorsam eğer "aptallık, aptal olmadığına inanmakla baslar" diyordu. Bir an için gerçekten durup düşündüm. O kadar çok kibirli olabiliyoruz ki kimi zaman görmüyoruz. Kendi yara berelerimizden bahsederken çoğu zaman alışkanlık oluyor. Hiç size oldu mu bilmem ama bana çok sık oldu. "Boğazım çok ağrıyor ; sorma benimde başımda bir ağrı var sanki beynim çatlayacak. Yorgunum tabi ondanla başlayan ardı arkası şikayetler." Sanırım şikayet gibi geliyor karşıdaki insana ve ondan da sana gelen dönüt şikayet etmeye hakkın yok bak ben daha kötüyüm. Bu da bir çeşit bencillik ve kibir gibi  gelmiştir. Oysa duymak istenilen söz yalnızca iyi olacaksın sözüdür. Ama gelmez. Anlamlı bir sözdü bu yüzden..
Gelelim Unutma Dersleri' ne...Görünen ile görünmeyen yada görmek istediğimiz arasında ince bir çizgide yürüyen yazar çok süslü cümleler kurmamış anlatmak istediğini kahramanın dilinden sade ama akıllarda kalıcı bir şekilde anlatmış. Bu kitap bende farklı bir etki yarattı. Vay be ifadesini kullandığım yerlerin hemen ardından kızdığım o kadar çok yer oldu ki. Eskiden okuduğum kitaplar üzerine notlar alamazdım. Kıyamaz, hakaret gibi gelirdi yazara. Fakat şimdi tamamen farklı düşünüyorum. Aldığım notları sayfalarda gördükçe değişen beni görmek hoşuma gidiyor sanırım. Bu kitapta aldığım notlar elbette ki oldu 
"Herkes normal bir ben acayip; herkes iyi bir ben kötü belki de dünya galaksimizdeki en gereksiz yerdi..." 
Bu alıntıya yıldız koymuştum 😊 Kitabın kısa özetine gelince ise;
Bir aldatma üzerinde duruluyor ilk bakışta düşünülse de aslında kadın karakterin iç dünyasına ve yaşadıklarına doğru bir yolculuk bu kitap. Kocasını  aldatan karakter unutma dersleri almak için bir merkeze gidiyor ve bu dersler sırasında çok daha farklı şeyler fark ediyor hayatında. Kadın bir bankacı bu arada ama çocukluğunda trawma geçirmiş meğer...Bir şekilde unutan beyni hayatında o kısmı  boşluk bıraktırmış. İkinci kez unutma da bu aldatma sırasında olmuş. Yanı hayatta aslında görülen şeyler görüldüğü gibi olmayabilir, formu üzerinde duruyor.
Diğer kitap; Matmazel Noralya'nın koltuğu... Çok uzun zamandır okumak istediğim ve kafamda çok farklı tasvir ettiğim bir kitaptı. Ama yine de iyi ki okudum dedim. Ferit karakterinin düşüncelerindeki yorgunluklarını aslında hezeyanlarını yazar gerçekten iyi aktarmış. Uzunca bir süre Matmazel ne ara bu hikayeye katılacak diye bekledim sanırım. Lakin güzel bir yer de bağlandı . Peyami Safa gibi büyük bir yazarı eleştirmek haddim olamaz ama onun tarzının gerçekten polisiye roman olduğunu düşünüyorum. Kimi yerlerde uzun tasvirlerini bir anda kesip olaya odaklanması kimi yerlerde ise tam üzülecekken dur bir dakika başka bir durum var dedirtmesi sanki beni kitapta konuşturdu. Güzel bir kitaptı. Ancak Matmazel in hikayesi üzerinde durduğu kısımda Ferit'in hislerini gerçek manada anlayabilsem sanki daha iyi olurdu dedim. Sonunu ise bize bırakması Peyami Safa'nın okuyucularına olan güveni gösteriyor sanırım.
"Delilik şüphesiz aptallık iyidir. Delilik var olmuş bir zekanın yok oluşudur; aptallık, var olmamış bir zekanın var olmamaya devam edişidir. Deliliğin hiç olmazsa mazisi şanlı 
 Aptallığın şerefli bir tarihi bile yok" 
Ne garip iki kitapta da aptallık ile ilgili kısımları not almışım. ☺️ Biraz doğaüstü olayları seven biraz anlamak biraz da aslında ile başlayan cümleler kurmak isterseniz eğer bu kitabı okuyun derim.
Şimdilik yorumlarım bu kadar 2017 ye çok az kaldı. Umarım uğurlu bir yıl olur. Eğer çok sevdiğiniz birileri varsa hayatınızda onlara kitap hediye edin. Kitaplar tükenmez ve unutulmazlar çünkü... 

6 Aralık 2016 Salı

HAYAT ÇEMBERIMIZI KIRMAK HAKKINDA


Bir rüyadan uyanmak ne kadar zor olabilir ki...Beş yıl önce bu soruyu bana sorsalardı eğer bambaşka cevaplar verirdim. Şimdi ise daha bir başka. Aynı rüyayı defalarca görmüşseniz ne cevap verirsiniz? Bugün bilgisayarımı kırmayı dilerim. Hakikaten gözlerim kör oluncaya kadar yapmak zorunda olduklarımı yapmak zorunda mıydım? Unuttuğum bilgisayar programlarını hatırlamak, düzenlemek ne kadar zor olabilirdi öyle değil mi! İnsanların gözlerinde gördüğüm artık bitsin. Bitmesini ben herkesten çok istiyorum. Sınavlara girmemeyi iyi bir işim olmasını bende istiyorum. Siz siz olun yüksek lisans yapacağınız bölüm ve okulu iyi seçin. Aslında ne olmak istediğinize dair kararınızı sadece kendiniz için verin. Yoksa hayat çemberimizi kırmak pek de kolay olmuyor. Cesaretinizi topladığınız anda her daim bir şeyler çıkıyor çünkü. İyi insanlarla karşılaşmayı özledim. Boş değil dolu insanlarla karşılaşmayı özledim. Malum işsizlik zamanları hayat öylesine rutine biniyor ki...
 Geçen hafta bir diyalog sırasında aklıma gelen sözler bugün yankılanıyor. Hayatta seçme şansın varsa fark etmez diyemezsin. Bu haksızlığı kendine yapamazsın. Eğer ki sana o şansı veren sunmuşsa elbette ki vardır bildiği. Bu yüzden seçeneklerini değerlendirmelisin. Diyalog başlangıcı oysa ne içersin çay mı kahve mi sıcak çikolata mı sorusuydu. 
Tercih etmiştim. Kahve içmeyi tercih etmiştim. Keşke hayatta diğer kararlarımda da hatta tercihlerimde de istediğim şekilde karar verebilsem. Kalbimin sesini dinleyebilsem. İnsan büyüdükçe kalbinin sesinden daha bir uzakta kalıyor sanki...

28 Kasım 2016 Pazartesi

YVES ROCHER KOZMETİK ALIŞVERİŞ

YVESROCHER KOZMETİK ALIŞVERİŞ


Sayfalarca yazabilirsiniz değil mi burçlar, kokular ve karakterler üzerine...Neden bilmem bu üçünün de birbiri ile fazlasıyla ilişkili olduğunu düşünüyorum. Aslan burcu olarak belirli alışkanlıklarım ve vazgeçemediğim sanki asırlık eşyalarım var. İki gün önce hiç aklımda yokken elimde fotoğraflar da bulunan ürünlerle eve geldim. Gerçi birisi hediyesi oldu iki ürününde neyse. 

Yves Rocher gerçekten sevdiğim bir marka. Belli başlı kozmetik ürünleri var benim için, vazgeçemediğim... 
Siyah göz kalemi benim vazgeçemediğim bir makyaj malzemesi fakat köklü değişiklikler için bir yaş daha almam gerekiyor sanırım..😊 O yüzden kahverengi göz kalemi benim için biraz hafif bir değişiklik olsa da değişiklik değişikliktir değil mi? 

Birçok markanın siyah göz kalemini kullanmış birisi olarak Yves Rocher siyah asansörlü göz kaleminden oldukça memnunum bu yüzden yine bu markanın göz kalemini almak istedim. Ancak ne yazık ki asansörlü göz kalemi yoktu fakat yine de almak istedim. Yves Rocher kart sahibi olarak bu aya özel yüzde otuz indirim indirimim olduğunu öğrenince de hemen aldım.(18 TL indirimi göz kalemi) Koku konusunda fazlasıyla hassas olduğumu söyleyebilirim. Bu yüzden yeni koku keşifler konusunda daha cesurum sanırım. Fakat eve gelince pişman olup ablama hediye ettiğimi saymazsam tabi..
 İki kozmetik ürün arasında elim gidip durdu özellikle evde, almadığım diğer ürünün pişmanlığını yaşadım. Sanırım hafif fakat kalıcı kokuları daha çok seviyorum. Diğer ürün kiraz çiçekleri kokusuydu biraz da ekşi bir ruhu vardı sanki. Çocukluk alışkanlığı mi bilmiyorum eksi elmalar, eksi erikler, kiviler baharatlı kokular fakat kendini fazla fazla belli eden şekilde olmadan... 
Yazımı yazarken aklıma geldi eğer sizde benim gibi iseniz zara da armut kokusu baskın olan bir koku vardı oldukça beğenmiştim ama sadece tester vardı. Alamamıştım. 
Almak istediğiniz kokuları mutlaka testerlerını kullanıp biraz gezip kalıcılığını tartmak gerekiyor. Teninizde duruşu Ancak o zaman anlaşılıyor. Benim aldığım ürün bana uymadı. Ancak hediyeleşmek güzeldir değil mi ablam oldukça beğendi.(İndirimli 55 TL) ve klasik her alışverişte bir hediye ile evlerimize gönderen Yves Rocher hediyesi bu sefer vücut losyonu idi. Bakalım memnun kalacak miyim? Kahverengi göz kalemini bugün kullandığımda oldukça kullanışlı bir urun olduğunu gördüm. Koyu kahve siyah rengi çağrıştırsa benim gibi tam kahverengi olmayan sarıya dönük bir kahverengi göz renginiz varsa memnun kalacaksınız bence. Yorumlarınızı bekliyorum güzel günlerinizde yepyeni ürünlerinizi kullanırken tebessümlerle anılarınızı anın..

10 Kasım 2016 Perşembe

GÜNLÜK

TOROSLAR

    Yeterince hatırlıyor muyuz? Ya da yeterince anımız var mı ... Çocukluk çok mu gerilerde kaldı sahi yada biz fazla mi büyüdük? Anılarımız düşlerimize karışırken mi unuttuk umutlarımızı ve gerçekleştirmek istediklerimizi. Bazen hayatımızı bir trene benzetiyorum. Geçtiği her durakta bir artarken bir azalmasına rağmen izin verildiği ölçüde devam edecek ve son durağına vardığında ise arkasındakileri unutmuş gibi yaparak usulca selam alacak bir tren. Geçenlerde arkadaşım bana sorduğunda bu soruya önce cevap verememiştim. "Sahi yorgunluk yaşla mi olur ...20'li yaşlarımızda bu yorgunluk örtüsü neden hiç kalmıyor ki?" Aslında soru değildi biliyordum. Bir çeşit yanılsama idi. Aynalarda bulduğu yüze gerçeği söylerken ki yanılsaması. Haklı mıydı emin değildim ama yoranın insanlar olduğuna şüphem yoktu. Hayat aynı hayat insansa yorandı.
      Geçmiş kelimesinin manasızlığı hayat notlarım diyebileceğim defterimde  yankılanıyor geçen yıllar miydi yoksa unuttuklarımız, düş kırıklıklarımız mıydı emin olamadım. Lakin düş kırıklıklarının yorgunluklar üzerindeki etkisi hakkında saatlerce konuşabilirim biliyorum. Notlarım sayfalarca dolu... 
Aynaları bu yüzden seviyorum ne kadar çok kendimizi inandırmaya çalışsak da bir şekilde kendi gözlerimizden vererek görüntüyü anlamlandırıyor. Hatırlamak yorar diyorlar keşkeler insanı yıpratır diyorlar aslında nasılsın kelimesini sormaktan muzdarip olan insanlarımız cevaptan çok cevabın ağırlığından korkuyorlar. Biliyorlar ki cevaplar karşıdaki insanın samimiyetine göre olacak belki de asla doğru olmayacak. Bu yüzden sıkıntı anlatmakla başlıyorlar basit sıkıntılar. Otobüsün kalabalığı hayatın pahalılığı ya da maddesel her şey.... Derinlerdeki hüzünlerini göstermektense kaçınıyorlar.  
    
    Sanki yaralar gösterildikçe zayıflıklar ortaya çıkacakmış gibi bir his. Oysa insanı yoran bence yaraları değil. Eninde sonunda alışılıyor çünkü. Bence soruların cevapsızlığı yoran. Gerçek olmayan kelimelerin mutlulukla ilgili sözleri gibi. Samimi insanları severim. Çocukluk hayallerini hatırlayan insanları da. Alışkanlık insaniyim çünkü. Odamdaki eski saatin bile değişmesi 10 yılımı alırken hayallerini unutan ben umutlarının baki kalmasını diliyor. Kış mevsimi belki de bu düşüncelere yöneltiliyor. Sahiden de ben yaz insaniyim... Bir mevsim ve bir mevsim sonrası güneşin sıcaklığı alıştığım havayı da getirecek inanıyorum. O zaman öylesine iste kelimelerinin yerini başka kelimeler alacak. Samimi sorulan her soruya saatlerce kelimelerimi harcayacağım. İnanıyorum...

1 Kasım 2016 Salı

AY SONU İNDİRİMİ

ZARA PARFÜM

İndirim zamanı... Geçen hafta nasıl geçti sahi? Şimdi düşünüyorum da iki kına arası koşuşturmaca ve bir suru zihin kalabalığı. İşsiz olmanın en güzel yanı da bu sanırım hafta yoğun geçince farklı bir sevinç oluyor. Daha sonra güzel kına hediyeleri ile ilgili bir yazı yayınlayacağım. Hediyelerde mutlulukların, karakterlerin yansımaları var onların güzel esintilerini yazacağım... Neyse gelelim biz indirimlere. 
Pazar günü Watsons'a uğramadan olmazdı. Kozmetik alışverişimi indirimli şekilde yapmak istedim. İndirim mesajlarının inanılmaz bir etkisi var kabul ediyorum.

 Kozmetik alışverişimin bir kısmı hakkında hemen yazmalıyım dedim. Öncelikle Rimmel London transparan pudra 11 TL gibi oldukça uygun bir fiyatı vardı almak istedim. Ablam kullanmış çok memnun kalmıştı ben de çok fazla denemek istedim. Aslında alma amacım kullandığım ürünleri sabitlemek. Kullanım sonrası izlenimlerini yayınlayacağım. Zara Rose parfüm de ikili olarak satılmakta olan bir ürün. Sevdiğim bir urun ara ara mutlaka aldığım hatta. Hafif bir koku tavsiye ediyorum. Benim gibi BB ve CC kullananlar için fondötene geçiş biraz zorlu olabiliyor. Ama ürünü tanıtan bayana aldandım mı bilmiyorum ama ürünü incelediğimde az da olsa koruma faktörü , su bazlı olması ve ince dokusu şimdilik hoşuma giden sebepler. Fiyatı da 30 TL idi. Şimdilik bu kadar yazım diğer yazılarımda görüşmek üzere;
Yorumlarınızı bekliyorum...

18 Ekim 2016 Salı

SONBAHAR KIŞ ARASI


      Sonbahar- Kış arası bir yerlerde...Bu ara herkes kış yorgunluğuna karşı hazırlıklı olmaya çalışıyor. Belki de ben öyle düşünüyorum. Alışkanlıklarımdan kolaylıkla vazgeçebilen birisi değilim. Bu yüzdendir midir bilmem yazda kalmayı isterim. Yaz mevsimi sanki benim mevsimim. Soğuk değil... Sıcak...Aklımda hangi kitaptan kaldığını anımsayamadığım notlarım ve bir cümle; soğuk sevmem... Soğuk hastalık demektir her türlü zorluk demektir. Lakin yaz böyle midir! İnsan sıcaktan bunalsa dahi serinlemenin yolunu bir şekilde mutlaka bulur. Bende böyleyim. Her mevsimin bir güzelliği var biliyorum. Her mevsimin kendine ait bir acısı, hüznü var. Sonbaharında, Kışın da, Baharında ve Yazında... Peki ya bu ayların?
       Ekim; Sonbahar-Kış ayı. İki mevsiminde sorumluluğunu yüklenen bu ayda her daim garip bir hüzne kaptırırım kendimi. Okul zamanları en çok da lise de; pencere kenarında oturduğum sıramdan dersten çok dışarıyı izlerdim. Sabahın rengini görebilmek için yada bilmeden bağlandığım alışkanlıklarıma sadakatimi sürdürebilmek için. Ne komik... Karşı apartmanda üçüncü kattaki ailenin perşembe günlerinin temizlik günü olduğunu hala hatırlarım ya da apartman bahçesinde beslenen tavukların bir gün sanki gürültüden şikayet edilmişçesine nasıl başka yerlere götürüldüğünü. Üniversite de ise çıkmaz sokağı aydınlatan tek sokak lambasının hemen yanı başındaki apartmandaki evime koşarcasına gittiğimde nasıl bilgisayar çantamı odama bırakıp ışık almayan salonda kışı hissettiğimi hatırlıyorum. Alışkanlık anısı işte. Bazen oluyor. Hatırlamak için unutmak gerekir diye söylerim hep fakat unutmadım ki...
           Fotoğraf günün kısa bir özeti değil. Uzun zaman öncesine ait. Adana'da Merkez Sabancı Camisi'ne doğru köprü üzerindeki kalabalığa rağmen bir nefeslik molanın fotoğrafı. Bazen keşke kalabalıklar bir süre ara verse ben de bu güzel manzarayı daha fazla izleyebilsem diyorum. Hüzünlerini suya bıraktıran mitolojiler gibi.... Mutlaka sizlerin de vardır seçtiğiniz mola yerleriniz. Hayata dair yorgunluklarınızı bir süreliğine dahi olsa unutacağınız yerler. Umarım sonbahar-kış mevsimi arası bu ayda tüm güzellikler için en azından başlangıçlarımızı yapmış oluruz. Umut her daim bizlerle olsun :)

6 Ekim 2016 Perşembe

LETTERS TO JULIET


Aşk... Üç harfe sığdırılamayan
 duyguların dile getirilmiş hali. İnsanoğlunun var olmasından bugüne değin de varlığını sürdüren... Bizlerden sonra da varlığını sürdürecektir. Aşka inanmıyorum diyenlere aldırmayın. Sadece kırgındırlar onlar. Bu yüzden inkar ederler arayışlarını. Bugün bir yakınımın Roma balayı fotoğraflarını görünce aklıma geldi bu konu. Neden yazmayayım dedim öyleyse. Şehirlerin ruhu olduğuna inanırım. Tıpkı insanlar gibi kimisi fazla sıkıcı kimisi ise acılıdır. O şehirde bulunmak bile şehrin yaralarını hissettirir. Ancak öylesine korunmuş şehirler vardır ki tüm havailiğine rağmen ruhlarında geçmişi taşırlar. Bu yüzden de inanç korunur. Böyle şehirler aslında bilinen popüler şehirlerin aksine bilinmeyen şehirlerdir benim için. Fazlasıyla bilinen yerleri sevmem bana özel olmalı benim duygularımı yansıtan yerler. Ancak şöyle bir gerçek de var ki bazı ülkeler ve şehirler kendilerini bütünleştirmişlerdir aşkla. Zamanı korumuşlardır çünkü. Geleceğin materyalistliğine karşı eskinin güzelliklerini muhafaza etmişlerdir. Bizlere bizden öncesini merak ettirmek için. 
Evet romantizmin kalıplara sıkıştırılması taraftarı hiçbir zaman olmadım. Lakin söylediğim sebeplerden olsa gerek doğallığı özlüyoruz. Bende doğallığı özlüyorum, benim için içten olan herşey romantizmi de beraberinde getirir. Neyse bir fotoğraftan diğer bir fotoğrafa geçeyim ben. Bir filme... Bilmem izlediniz mi Letters to Juliet filmini? Konu oldukça bilindik fakat hikayenin geçtiği yerlere insan büyüleniyor.
 Sanırım bu gerçekçi dünyada yaşarken hayal kurmayı unuttuğumuzdan bu film bir hayal sunuyor. İtiraf etmeliyim Amanda Seyfried değildi bu filmin yıldızı bu filmin yıldızı İtalya!!! Ruhsuz değilim tabi ki 1957 yılından bir mektubun yolculuğu etkilenilmeyecek gibi değil elbette. Dağınık oldu değil mi? Öyleyse size ufak notlarla bu filmi izlemenizi tavsiye edeyim.

Letters To Juliet filmi...
Amerikalı Sophie(Amanda Seyfried) ve şef olan nişanlısı Victor'un (Gael Garcia Bernal) İtalya yolculuğu hikayemizi başlatır. Verona... Juliet ile Romeo'nun hazin aşk hikayesinin başrol şehrinde kızımız bir anlamda kendi duygularına da yolculuk başlatacaktır. Şefimizi heyecanlandıran sadece mesleği olup kızımızı yalnız bırakınca aşıklar şehrinde yalnız bir yolculuk başlayacaktır. Sophie şehri keşfederken insanların bulunduğu hatta ağladığı telaşla bir şeyler yazarak bıraktıkları duvarı fark eder. Bu duvar bizim Güzin Ablamızdır. Ayrılanların birleşmek için dertlerini anlattıkları yada tavsiye almak için yazılan yazıların bulunduğu bu duvarın sahipleri Juliet'in sekterleridir. Kendilerince gönüllü olarak edindikleri bu görevi hakkıyla sürdürebilmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Sophie duvarı dikkatli incelerken görmesi gerekeni görür. 1957 yılından kırık bir aşk hikayesinin yer aldığı mektubu bulur. Juliet'in sekreterleriyle beraber bu mektubu okuduğunda ise kendinde beklemediği bir cesaretle o mektuba cevap verir. Mektubun sahibi geldiğinde ise olaylar daha da ilginçleşecektir. 

    
 Mektubun sahibi Claire Smith(Vanessa Redgrave) ve onun yakışıklı torununu Chalie Wyman(Christopher Egan) karşısında gören Sophie kendini Romeo'yu ararken bulacaktır. Ancak Charlie bu durumdan oldukça rahatsızdır ve bu rahatsızlığını Sophie'ye fazlasıyla hissettirecektir. Gel gelelim ki Romeo yolculuğu çoktan başlamıştır. Romeo'muzun adı Lorenzo'dur.(Franco Nero) Bu yolculuk umutla dolu olsa da kimi yerlerinde beni oldukça güldürmüştü. Bu arada İtalya'nın suyundan mı havasından mı acaba gerçekten yakışıklılar. Lorenzo'muz da yaşına göre oldukça karizmatikti. Yolculuk boyunca Sophie ile Charlie'nin duygularındaki değişimi de göz ardı etmeyelim. Yolculuk gerçekten Lorenzo'yu bulduklarında sonlansa da aslında sonlanan Lorenzo ve Claire'nin hikayesinin mutlu sonuydu. Mutlu sonlar uzayabilir fakat eninde sonunda gerçekse duygular gerçekleşecektir mesajı bu filmde oldukça güzel verilmişti.

Sahi Sophie'nin nişanlısına hissettikleri onunla bir ömür boyu geçirmesine yetecek miydi?
 Bu soruyu Sophie, Claire'nin hikayesinde yer aldıkça kendisine sormuştu. Cevabını yarım da olsa kendisine veren Sophie; Verona'ya geldiğinde (Claire ve Lorenzo'nun düğünü için) tamamlamıştı yarım cevaplarını ve yarım duygularını. Balkon sahnesi Romeo ve Juliet'e gönderme olsa da replik güzeldi "eğer konu gerçekten aşk ise geç kalınmamıştır"
IMDB: 6.5 alsa da izlemenizi tavsiye ederim. İnsana aşk için olmasa dahi bir arabaya atlayıp bir yaz günü rüyası yaşatmak için güzel bir film. Kalabalık sofralarda Akdeniz insanın sıcaklığını ve ilk aşkın güzelliğini fark ediyorsunuz. İnsan aslında en çok kendisini tanır ve en çok kendisini kandırır. Bu yüzden yarım cümlelerimizi noktalamak yada tanımak için başkalarına yardım etmekle başlamak güzel bir fikir. Kimi zaman başka insanların yaşamlarından cesaret almayı dilemek bizim güçsüz olduğumuzu göstermez aksine başlayacağımız noktayı seçmek için akıllı olduğumuzu gösterir.

27 Eylül 2016 Salı

MY DELIGHTFUL GIRL DRAMA

Noktalama işaretleri olmasa halimiz ne garip olurdu değil mi... Bu ara sıklıkla üç noktayı kullanıyorum. Siz de mi öylesiniz bilmiyorum ama bana üç nokta umut veriyor. Yada dolduramadığım duygularımın yerini alıyor. Devam edecek hissiyatı. Evet ne kadar üzüntü sürse de sonunda bitecek. Mutluklar yavaş ama emin adımlarla geçecek. Biliyorum beni anlayacağını gibi. Sanırım bugün daha bir fazla yazmak istedim. Yazdıkça sıkıntıların dağılacağına dair umudum baki olmuştur. Bu yüzden yazıyorum. Belki de ömrüm boyunca sevdiğim tek uğraş bu olacak gerçek manada. Acemice de olsa yavaş yavaş da olsa yazdıkça hayata dair unutmayacağım ufak notlarım olacak. Bir gün anı sandığım açılacak ve aldığım bu küçük notlar beni gülümsettirecek. Notlarımda düş kırıklıklarım, hüzünlerim yada umutlarımın karmaşası olsa da şükredeceğim. Şükür en güzel alışkanlık değil mi?
Neden bilmiyorum bugün yıllar önce izlediğim bir Kore dizisi geldi. Hatta izlediğim ilk Kore dizim. My Delightful Girl ve bir diğer adı da Sassy Girl Chun-hyang.


Chun-hyang'a hayran kalmıştım. Han Chae Young ilerleyen zamana rağmen güzelliğinin oldukça dikkat çekici olduğunu düşünüyorum. Kore'nin Barbie bebeği diye adlandırıldığını o zamanlar okumuştum. Fakat sonraki dizilerinde gerektiği gibi parlayamadı. Her neyse benim için güzel bir diziydi. Bunca yıl geçtikten sonra bile aklımda kalması hatta üniversite zamanlarimda canım sıkkın olduğunda açıp izlediğim tek diziydi. Ne kadar güçlü olursan ol mucizelerin hatta hayatta olmaz denilen şeylerin olabileceğini anlatan masum bir diziydi. Şimdi ara ara bakıyorum da Kore dizileri de zamana ayak uydurmuş. Yaşlılar gibiyim değil mi! Eskiler güzeldi ile başlayan cümleler kuruyorum. Eskiden biz mi daha umutlu ve yaşam doluyduk yoksa büyüdükçe kaybettiğimiz umutlarımızdan mı taşlaştığımızdan bu zamanlar kötü geliyor? Bilemedim... Fakat izlemeyeniniz eğer varsa diyerekten sizlerle bu diziyi kendimce paylaşmak istiyorum. Akıllı mı akıllı, okul birincisi ve ayakları üzerinde durmaya henüz lisede başlamış olan kızımız Chun-hyang ile babasını canından bezdirmiş dövüş konusunda ciddi yetenekleri olan ancak ders konusundaki başarı yönünden bir hayli tembel Mong-ryong arasındaki aşk hikayesi dizimizin ana konusu. Mong-ryong, Chun-hyang'ın bulunduğu şehre geldiğinde olmaz denilen oluyor ve karşılaşmaları tatlı bir mucizevimsi ile başlıyor. Anlatmayayım bu kısmı kesinlikle ilk izlenilmesi gereken sahne diyorum. Bu ilk karşılaşma seyirci için tatlı onlar için oldukça tatsız bir durum olsa da olayların başlangıcı oluyor. Lakin başlangıç aslında bir sondan başlayış. Çeşitli yanlış anlaşılmalar sonucu bu iki tatlı kahramanımız evlenmek zorunda kalıyorlar. Bu arada kesinlikle Mong-ryong'ın babasına bayılacaksıniz. Özellikle bu ikilinin evlenmemek için kafa kafaya verip planlar kurmalarına rağmen Mong-ryong'ın babasının bu planları anlaması sizlere kahkaha attıracaktır.

      Bu sahnede tatlı kahramanlarımızın arkadaşlarının yaptığı kutlama oldukça hoştu. Lakin her klasikte olduğu gibi dizimizin de kötü kahramanları var. İlki Mong-ryong'un nunasi ondan birkaç yaş büyük üniversiteye giden Chae-rin ve karizmatik Ceo Byun Hak do aslında Uhm Tae-Woong. Kahramanlarımız oldukça zorlu yollardan geçerken Mong-ryong'ın azmine hayran kalacaksınız ve kimi zamanda az da olsa ona kızacaksınız. Chae-rin hanımefendinin de elinden gidenin daha bir kıymete bindiğini anladığında çevirdiği entrikalara sinirleriniz oldukça bozulacak ancak Chung-hyang'ın mucizesinin aslında kendi güzel ruhu olduğunu görüp ayrı bir içiniz ısınacak. Bu yorum da biraz benim için olacak ama bahsetmeden edemeyeceğim Uhm Tae Woong bakışlarıyla oynayan bir oyuncu. Mong-ryong yerine acaba Ceo olmalı mı dediğim kısımlar da oldu. Karizmatik, sahiplenici ve güçlüydü. Sanırım bende her daim ikinci erkek oyuncu sendromu var. Onların fedakar, gerçekten sevdiğini ve oldukça karizmatik bir havaları olduğunu düşünüyorum. Şimdilik bu kadarla kalayım. Kesinlikle tavsiye edeceğim bir dizi...
İzlerseniz ve izlemişseniz yorumlarını mutlaka beklerim.
Son cümle zihnimde; aynaya baktığında tebessüm et, inan ve iyi düşün. Hayal kırıklıkların seni güçlü yapan, inandıkların seni sen yapan. Umuda ve umutlarıma gerçekten inanıyorum düşe kalka bile...

19 Eylül 2016 Pazartesi

BİR ADANA EFSANESİ


       Çukurova... Çoğu insan bilmez efsanelerini fakat burası efsanelerle yaşar efsaneleri yaşatır. Lokman Hekim bu civarda elinden kaçırmıştır ölümsüzlüğün o nadide otunu. Adanus evlatlarını burada kaybetmiştir... Çukurova özeldir. En azından benim için lisans hayatım boyunca uçakla geçerken Adana' ya takılırdı gözlerim. Tarlalar ve uzayıp giden yeşillik, kahverengiye yanaşırken. Çok bilinmez lakin sokaklarımızda hatta yolların geçtiği yerler de Turunç ağaçlarının olduğunu...Doyasıya alıp kimse bir şey demeden yenilebileceğini. Köyümüzü seviyorum. Bayramı bayram yapan bu görüntü geliyor bana gözlerimi kapattığımda hafiften esen o rüzgara kendimi yaptırmayı düşünmeyi seviyorum. Tur ve Unç'un hikâyesi aklıma geliyor bir süre sonra. Limanların güzel kızı Unç ile portakalların Tur'un güzel efsanesi. Uzaktan uzağa aynı bahçede birbirlerine sevdalanıp solmaya yapraklarını dökmeye başladıklarında bahçıvanın onların sevdasını anlayıp Unç'tan bir parça alıp Tur 'a aşılmasını... Sonunda ne mi olmuş ne acı ne tatlı Turunç... Düşünmek güzel eğer ağırlık yapmıyorsa sahiden de güzel.
    Bayram da bol bol düşünme fırsatım oldu çünkü büyük bir griple geçmişti. Sesim çıkmadığından gezmek bile istemedim. Fakat yine de bayramda hareket etmek zorunluluğu...:) Köye ziyarete gittiğimizde şehirde bulamayacağım bir fırsatı değerlendirmek istedim. Damda oturdum izledim Çukurova'yı.... Gerçi eve döndüğümde acısı fena çıktı ama...(Öksürükler giderek arttı)Sanırım her özel günlerde hasta olmak alışkanlığım oldu. Aşamalı bir grip yaşarken telefonumdaki bu fotoğrafı görünce paylaşmak istedim. Aşamalı grip; önce sıfır ses sonrasında az çıkan bir ses geçmeyen öksürük ve halsizlik. Pazartesi sendromunu yaşayacak bir işim de yok gerçi ama... Alıştım... Belki de alışmaya başladım. Bir defteri kapatmadan diğer bir defteri açamayacağımı mezun olduktan sonra öğrendim. Gönül isterdi ki hemen bir işim olsun ve ben hayat yolumda ilerleyeyim. Olmuyor. İşte olmadığını hissettiğim zamanlarda bu manzaraya kaçmak istiyorum. Efsanelerin nefes aldığı yere. Belki zaman atlaması değil niyetim ama şimdiden öteye nefes almak istiyorum. Umarım artık özgeçmişime atanamayan öğretmen yazmam. Tezimi bitirebilir YDS istediğim puanı alırım. Sınav kelimesi bile bende baş dönmesi yapıyor. Stres denilen faktör hayatı fazlasıyla yönlendirirken yapabilecekler zorlukların ardında birikiyor sanki. Böyle zamanlarda iyi ki bayramlar var diyorum. Gülen samimi yüzler mutlu çocuklar görmek her şeye bedel. Bayram çoktan geçti lakin bayramın huzuru hala yüreğimde. Dileğim hepimize güzel bir başlangıç olsun geçirdiğimiz pazartesi...

13 Eylül 2016 Salı

KURBAN BAYRAMI


       Kurban Bayramı'nın ikinci günündeyiz. Tüm kalabalıklar, koşuşturmalar arasında elime telefonumu alır almaz yazı yazmak istedim. Bu arada hepimizin Kurban Bayramımız mübarek olsun. Çocukluk alışkanlıkları büyümeye kalmasa da mutfaklardan büyüdükçe çıkamasak da Allah'ım bizi bayramlara kavuşturduğu için şükürler olsun. Bayramlar en güzel anıların defteri sanki. Çocukluk sevinci büyüklük tebessümü...Hepimizin umarım bayramı güzel geçiyordur😊 İlk gün Kurban kesimi olduğu için tüm meşgale Kurban ile alakalı idi. Bugün de biraz misafir ağırlama ve ziyaret ile geçmeye hazırlanıyor. Bugün kullandığım makyaj malzemelerimi paylaşmak istedim.
      Kutunun sol tarafında yer alan kozmetik parfüm arkadaşımın hediyesi... Aslında bu parfümü kokusundan çok dışı için mi kullanıyorum ara sıra düşünmeden edemiyorum. Tasarımının otantik olması beni kalbimden vurmuştu. Bileklik ise Mardin hediyesi. Bileğimde duruşunu çok seviyorum. Takip takıştırmayı sevmeyen biri olarak sadeliği çok hoşuma gitmişti. Yanılmıyorsam telkari diyorlar. Kutunun içindekilere gelecek olursak; BB Cream kullandığımı fondöten  tercih etmediğimi söylemiştim. Missha'nın bir çok ürünü bir yana BB'si gerçekten hem fiyatıyla hemde kalitesiyle kesinlikle alınmalı diyorum. Özellikle kış günlerinde oldukça beni memnun etmişti geçen kış sonu Missha BB Cream im bittiğinde internetten sipariş vererek almıştım. Yves Rocher göz kalemini bugün tercih etmemin sebebi kalıcılık oranın elimdeki kalemlere göre daha iyi olmasıydı. Golden Rose Primer Makeup bazı ve rujumdan daha önceki yazımda bahsetmiştim. Dudaklarım çok çabuk kuruduğu için minik rujum öncesi Yves Rocher'dan aldığım aslında renklendirmeden ziyade dudak balsami gibi duran ürünümü kullandım. Şimdilik memnun kaldım. Yves Rocher'dan almış olduğum bu urunu gerçekten kullanmak istiyorum ve sanırım kullanmanın yolunu buldum😊 Note göz altı kapatıcım ve hepsine yardımcı olan Watsons süngerim😊 süngerimsi dediğim günlerde olmuyor değil hani. Kullanım sırasında mutlaka ellerimi kullanmak zorunda beni bırakıyor çünkü. Doğal bir görünüm hatta daha sağlıklı bir cilt görünümü verdiği için bayramda makyaj yapmış görünümündense böyle olmanın daha iyi olduğunu düşündüm. Umarım yazımı beğenmişsinizdir yorumlarınızı bekliyorum. Tekrardan İyi Bayramlar...

9 Eylül 2016 Cuma

GOLDEN ROSE PRIMER



Sanki uzun zamandır yazmıyorum. Özlemişim yazmayı... Bayram bu kadar yakınken ve yolculukların yorgunluğu derken eylül ayının ortasına geldik bile... Derken düğün mevsimi oldu sonbahar. Bu aralar herkesler evleniyor sanki ve ben makyaj malzemeleri konusunda çeşitli arayışlara giriyorum. Ya da Makyaj malzemelerimdeki eksiklikleri görüyorum. Makyaj bazı bu eksiklerin başında geliyor. Cildim de yaylanın soğuk etkisi Adananın sıcak etkisi derken biraz şaşkın bu ara... 😊 Bu yazımda yeni keşfim olan bir üründen bahsetmek istiyorum. Golden rose primer baz...Makyaj yapmadan önce makyaj bazı kullanmak cilde avantaj sağlıyor. Hem nemlendirici hem de ton eşitliği sağlamada ilk adım olan bazlardan uygun olanı bulmak gerçekten Zor. Uzun zamandır Sephora bazları kullanıyordum. Ancak çok az kalmıştı. Geçen gün alışverişe çıkmışken Gratis ve Watsons'a bakmak istedim ama sanki dükkanda hiç bir şey kalmamıştı. Gezinirken golden rose tabelasını gördüğümde aklıma şu altılı küçük kozmetik rujlardan almak geldi. Fakat alışverişim altılı küçük rujların yanında(diğer yazımda yorumlayacağım)golden rose primer baz ile sonlandı. Stanttaki kadının güler yüzlülüğü beni kandırdı diye düşündüm. 😆 Ta ki düğünler öncesi makyajlara kadar. Nemlendirici özelliği ve benim gibi karma ciltler için bile cildi rahatlatıcı özelliğe sahip olması ve fondötenimin daha çabuk cildi kabul etmesini sağlaması ile oldukça memnun kaldım. Benim gibi karma ciltlerin  incelemesi gereken bir urun olduğunu düşünüyorum. Alışveriş yeni ürünler ve evet
     Herkese yeni keşifli günler dilerim...

1 Eylül 2016 Perşembe

ADANA'DA SONBAHAR


Mevsimler de insanlar gibi huzur bulacakları yere doğru yol almak istiyorlar. Onlarda nefes alıyor ve nefes veriyorlar. Hatta ölüyorlar bizlerden farkı daha umutlular. Umuda çiçek açmaları ne kadar uzun sürerse dursun daha sabırlılar ayrıca. Adana'ya döndüğüm de sıcaklığın yerini muntazam bir derinliğe bıraktığını anladım. Takvim yaprakları hayatımızda eskisi gibi olmasa da bugün uzun zamanda sonra bir yaprak kopardım gördüm ki 1 Eylül...Sonbahar gelmiş. Kışı pek de sert olmayan bir memleketiz sıcağında ise yaylalarımız kurtarıcı olur çoğu zaman. O yüzden bahar kısa süren bir tebessüm gibi gelir. Yaz ayında esen hafif bir rüzgar yada mutluluk...Ardınca gelen kışı umursamadan. Bugün öylesine yürüdüm. Anlamını koymadan kendimi bir parka attım. İzledim her yeri, her bir noktayı en çok da insanları... Kalabalıklarda kaybolmaya öylesine alışmısız ki en çok kendi yalnızlığımızı duyduğumuzu düşünürken başka yalnızlıklara kulak verdim. Belki de sadece duymayı dinledim. Biliyorum hayat büyüdükçe kalabalıklaşan bir paragraf yığını başladığım kelimeyi unuttuğun izin verildiği kadar hikayende yol almak zorunda olduğun... Fakat başka yalnızlıklara kulak vermeyi unutursak o zaman gerçekten yalnız hissetmez miyiz? Sonbahar tüm kırılganlığı ile bana da uğradı sanırım. Olsun biliyorum ki her mevsim hayati dillendiren bir sırdaş gibi...Bu yüzden Hoş geldin sonbahar!

21 Ağustos 2016 Pazar

Düşünce Günlüğü


Eveeeet....Gece paylaşımı yapılmaz böyle derseniz anlarım fakat yarına yaylaya yolculuk varsa efendim gitmeden güzel şeyler yapmak istersiniz😊 ilk defa yaptığım bu tarifi herkesler çok beğendi. 
Biliyorum çok güzel pastanelerimiz var şehirlerimizde, fakat kendi elimizle yaptığımız hamur işleri bir başka oluyor sanki. Seviyorum hamur işleriyle uğraşmayı her ne kadar yaptığım kadar yemesem de (iyi ki yiyemiyorum çünkü çok çabuk kilo alan birisiyim) yapmak bir çeşit terapi gibi. Düşüncelerim benim fazlasıyla yorduğunda kendimi mutfakta bulurum, farkına dahi varmadan. Çok fazla yemek çeşidi bilmem belki ama uğraşı ve öğrenmek isteği çocukluktan yadigar hele ki bir Adanalı olarak adana yemeklerini yapmayı bilmemem büyüklerin tabiriyle yeni nesil olduğumun göstergesi olsa da öğreneceğim eninde sonunda. İsraf etmeden düşüncelerimi yaptığım yemeklerle yorgunluk atacağım. Yazarak yorgunluğumu anlatacağım yemeklerle de yorgunluklarımı azaltacağım. Hayat insanın karşısına neler çıkacağının toplamı olan bir kitabın adı gibi. Bu ara sıklıkla düşünüyorum. Bir kitabın sayfasını açmadan önce kapağına bakarız değil mi ben kitabın arkasına bakarım hatta son sayfayı okurum kimi zamanda. En çok bu huyuma kızıyorum. Güvenli adımlar atmaya çalışırken kaçırdığım anların pişmanlığına kızıyorum. Öğreniyorum. Bazı duygular öğrenilir bazıları ise bin bir zorlukla zaten senin ruhuna kazınmıştır,  biliyorum. Yolculuklara alıştım seviyorum da. Fakat yaş aldıkça alışkanlıklarıma daha çok bağlandığımı fark ediyorum. Yol ayrımlarında kendi cesaretsizliğime kızsam da alışıyorum.
    Alışkanlıkların hayalleri yavaş yavaş tükettiğini öğreniyor insan. Ve ne kadar güçlü olduğunu anlıyor insan tüm bu alışkanlık ve düş kırıklıklarına rağmen yeniden hayal kurmaya başladığında... Asla kararlarınızda arada kalmayın. En kötü karar, kararsızlıklar dan iyidir diye boşuna söylememişler. Yavaş yavaş da olsa anlıyor insan yeniden hayal kurmaya başladığında. Hayaller yaşamın gülen yüzü değil mi...

16 Ağustos 2016 Salı

NOTHING HILL

NOTHING HILL

Bugün garip bir Ağustos günüydü...
 Sıcaklığın yerini inanılmaz bir rüzgara
 bıraktığı güneşin yüzünü utanarak gösterdiği 
bir gün. İnsanlar gibi mevsimlerin de ruh
 halleri karışıyor ara sıra. Sanırım sonbaharı
 yavaş yavaş benimsemeye başladı 
Ağustos ayı. Eylül yalnız bir ay. 
Yalnız ve sakinliğin ardında koşuşturmalı 
bir ay. Evde sıkıntıdan ne yapmalıyım 
derken;yıllar önce izlediğim Notting Hill filminden bir görüntü aklıma takılıyor. Hugh Grant'in mevsimleri yaşayan o yalnız yürüyüşü... Bilinçaltım sonbahar sevgisini 
acaba o sahneden mi aldı bilemem 
fakat filmden çok o sahneye hayran 
kalmıştım. Aşk Engel Tanımaz... 
İzlemiş olanınız mutlaka vardır. Müthiş bir 
klasik olan bu film benim için sonbahar güzelliğinde olan bir filmdi. Yazın canlılığının uğurlandığı fakat sonbaharın ruhundaki kışın capcanlı yaşadığı bahar tadında bir aşkın filmiydi. Aşk hikayesi bir yana
 Hugh Grant'in kitapçı dükkanında
 kaybolmak istediğimi hatırlıyorum.
 Neden bulunduğum şehirde öyle bir kitapçı dükkanı yok diye üzülmüştüm. Sanırım 
saatlerce ellerim kitap raflarında aradığım 
kitabı bulmak bahanesiyle durabileceğimi düşünmüştüm. Filmlerdeki ayrıntılar 
izleyenlerin zihninde bir başka dünyanın
 kapısını açıyor sahiden de.
 Filmdeki kitapçı dükkanı, mevsimler ve 
Hugh Grant karakterinin yani Will Thacker'ı bakışlarıyla, çekingenliğiyle en çok da 
gülüşüyle belki de karakterin kendisinin ile inanamadığı zamanlarda ortaya çıkan
 cesareti ve Anna'nin(Julia Roberts)
 
"I'm also just a girl, standing in front of a boy, asking him to love her." 
cümlesi filmi akıllara kazıyan ayrıntılar 
değil mi? Anna'nın bu cümlesinin 
saflığı insanın kalbini yakalıyor. 
Eski ve yeniye dair. Tıpkı bir kar küresi gibi tepetaklak olduğunda dünyamız; yanımızda sevdiklerimiz olsun isteriz değil mi... 
Bu yüzdendir arayışımız sonlanmaz. 
Bizi gerçekten sevecek insanlar bekleriz. 
Anna'nın kalbini açmasından sonra kendimi 
onun gibi değil de sevgisini beklediği 
insan gibi hissetmiştim. İnanmak isteyen fakat sonradan anlayacak olan fark ettiğinde de beklenilmeyeni yapan. 
Aşk hakkında sayılamayacak kadar hikaye, 
film ve şarkı yapılmadı mı? Yapılmaya da devam edecek. Aşkın hikayesine klişe demenin 
yanlış olduğunu düşünüyorum. ü
Klişe olan biziz. Zamanı kendimize suç ortağı yaparak düşüncelerimizin saflığını kaybetmekle kendimizi bir rutine kaptırdık.
 Herhangi bir koşuşturmada mutlu
 olduğumuza inandık. Kalabalıkların 
yalnızlığımızı örteceğini sandık. Oysa Anna ünlüydü fakat sıradan bir kız olduğunu  itiraf edecek kadar özeldi.

                     

Bu ikilinin uyumu hangi kelimelerle 
ifade edilirse edilsin bence mükemmel 
kelimesi en uygun olan. Bazı sahnelerde 
soğuk gelen o tavrı bu inanılmaz gülüşle 
kapatan Julia Roberts'a hayran olmamak 
elde değil. Hugh Grant'in bu film dışında izlediklerim arasında bu kadar 
sevdiğim filmi bir daha olmadı. 
İnsan sormadan edemiyor karakteri yaşatan onları oynayanlarsa zihinlerde kalanları 
canlı tutan bizler için daha kaliteli filmler yapılamaz mı... Son zamanlarda 
sinemaya gittiğimi unutacak kadar
 uzak kaldım sinemadan. 
Bu yüzdendir ki eski filmleri izliyorum.
 Benim için özel olanları da sizlere 
paylaşmaya çalışacağım. 
Duyguları ve hikayeleri özel kılan
 filmler olduğu sürece hayat daha güzel 
olacaktır....

13 Ağustos 2016 Cumartesi

GÜNÜN MUTLULUĞU


Hayatta görmeyi dilediğin mutluluklar vardır. Evim, arabam olsun tatile çıkabileyim yada en önemlisi bunları başarabilmek için bir işim olsun. Oysa insan mutluluğunu bu kadar çok maddiyata dökmeseydi daha insan kalmaz mıydı? Daha fazla insan olamaz mıydık... Daha duyarlı, daha nazik ve belki de daha fazla güler yüzlü. Biliyorum her birimizin hayatında STRES denilen kocaman harflerle yazılı beş harfçik gibi gözüken oysa gözüktüğünden çok daha fazlası olan bu kelime var. İşte, evde, okulda, otobüste, dolmuşta kısacası hayatın her yerinde bu yüzdendir ki arayışımız o mutluluğu.

 Bazen küçük bir kız çocuğunu elindeki balonuna sıkıca sarıldığı gibi uçmasından korktuğu için bizlerde mutluluklarımıza sığınıyoruz; üzüntülerimizde. Bu ay benim için bir kum saati gibi akıp gitmekte. Avuçlarımda tutmaya çalıştığım hatta sımsıkı sarmaya çalıştığım zaman kum tanecikleri gibi birer birer dökülüyorlar. Bu yüzden zamanı saklamaktan vazgeçiyorum; görmeye dinlemeye çalışıyorum. 

Gözler açıkken bile gözleri kapalı olabiliyormuş öğreniyorum. Kelimeleri seven bir insanım fakat kelimelere ihanet eden insanları gördükçe onlardan kelimelerimi korumaya çalışıyorum. Başarılı olabilecek miyim derken hayat bana işte gerçekten bak dercesine güzellikler çıkarıyor. O zaman anlıyorum ki umut gözle görülmeyen bir çiçek ve içimde yeşermiyor adeta ruhumda bir çiçek bahçesine çeviriyor her yeri. Bugünkü paylaşımım biraz benden biraz hayattan olsun istedim. 

Küçük sincapçığı anlık yakalayan ablama teşekkürler diyerekten çektiği bu fotoğrafı paylaşmak sizlerin de görmesini diledim. Bu günün güzelliği yüzlere mutluluk getiren tebessümü bıraktıran bu miniğe teşekkür ederiz efendim. :) Fazlasıyla utangaç olan minik varlığını bu hafta süresince hep hissettirse de bakmak için yanına yaklaştığımızda bizlerden kaçıyordu (Yaylada sincap hep olur fakat ilk defa bende bu kadar yakından görüyorum...) 

Penceremizde uzun uzun durduğunda anladık ki ya içeri girecek yada bizlere kendisini göstermek için bekliyor. Hemen yaklaştık fotoğrafını çektikten sonra kaçsa da uzaklaştığı yerden bizi izlemeye devam etti. Kim bilir belki bizde onun hafızasında yer edinmişizdir!!!:)

Not almalıyım; "mutluluk kişinin kalbine anlam kazanır. Büyüklüğü küçüklüğü hatta anlamlı olmasına bile gerek yoktur. Sadece görmeye çalışın..."cümleleriyle...

10 Ağustos 2016 Çarşamba

BloggerLife2 MİM

 
Cümlelerim birbirine karışıyor. Fakat şaşkınlıkla karışık mutlu eden cümleler... Paylaşımlarını severek takip ettiğim hatta yazılarıma yaptığı yorumları merakla beklediğim Sade beni ilk mimime davet etmiş öyleyse bize de davete iştirak etmek düşer öyle değil mi?:) 
1- Blogger denilince aklınıza gelen üç şey nedir?

Genel manada blogger benim için hayata dair aldığım ufak notların yolculuğu... Çoğu zaman unuttuğumuz en alakasız yerlerde aklımıza gelen evet bir yerlerde zihnimdeydi fakat neden şimdi hatırladım ki diyebileceğimiz, hüzne karışmışken kelimelere sığındığımız o güzel notlar. Kelimelerin yorgunluğunda konuşturan resimler ve anılar. Anıların dili zihnimizde saklıdır öyleyse zihnimizdekileri neden yazmayalım?

2- Her temadan (kişisel, gezi, kozmetik, kitap...vs.) yazılarını en çok beğendiğiniz, okumaktan bıkmadığınız bloglardan örnek verin desem?

Beni bu etkinliğe davet et eden  http://sadedinle.blogspot.com.tr, blogger yolculuğuna başladığımda beni keşif etkinliğine dahil eden güzel yorumlarıyla yüzümü güldüren http://sevdicann.blogspot.com.tr. İlk kez yeni birşeylere adım attığınızda destek olacak birilerinin olması duygusu gerçekten güzel hem de hiç tanımadığınız birinin...

3- Yeni blog yazmaya başlayan arkadaşlara verebileceğin öneriler neler?
 
Henüz bloğumu açalı beş ay ancak olmuştur. Ben de kendimi yeni blog açanlar gibi hala hissediyorum. Öğreniyorum ve öğrenmeye devam edeceğim. Çünkü yazmayı seviyorum. Düşüncelerimi paylaşmayı ve belki de fikir almayı. Yeni yazmaya başlayan arkadaşlara önerim yavaş ilerleseler de bıkmadan devam etsinler paylaşımlarına. 
 
4- Hangi ülkede yaşamak isterdin?  Yada en çok gitmek istediğin mekanları yazabilir misin?
 
Ülkemizin her yerini gönül isterdi ki gezebileyim. Fakat ben Akdeniz insanıyım sanırım beni çeken yerler sıcak yerler. Kışı bir yanlışlıkla uğramış bir yağmur bulutu gibi yaşadığımızdan yeşil ama soğuk olmayan yerlere gitmeyi çok isterdim sanırım. Aslında bu duygu bende şimdi hasıl olan elimde olsa tüm dünyayı dolaşırdım. Kıbrıs'ta okurken bir sırt çantasıyla adayı dolaşan turistlere az da imrenmezdim hani. O yüzden başlangıcım Balkanlar olsun sonrasında ise Fas bir duraklık nefes ve İngiltere...
 
Biraz geç oldu ama hala mimlenmeyen varsa eğer ben beni takip eden herkesi bu etkinliğe davet ediyorum :)

6 Ağustos 2016 Cumartesi

Missha Black Ghassoul

Ağustos ayını gerçekten seviyorum. Rengarenk bir ilkbahar değil belki ama benim için özel aylardan birisi... Hele ki yaz sıcağından biraz uzakta yaylada iseniz Ağustos ayının güzelliği bir başka oluyor. Sanki sonbahar gelmeyecek gibi yaz sanki hiç bitmeyecek gibi öğleden sonra yağışlarıyla sabah uzayan kahvaltılarla tatil bu olmalı 😊 Bugün fazlasıyla enerjik uyandım. Su anda da yağmur esintisi ile elimde kitabım izliyorum. Dikkatim ara ara dağılıyor paylaşım yapmak istedim. Cilt temizliği gerçekten bu hava değişimlerinde oldukça önemli. Yaylada cilt yağlanma problemi yasamasa da bu ürünü yanımdan ayırmıyorum. Missha' dan aldığım bu kıl maskesi ürünü oldukça bereketli...Bitmedi. Ama mutluyum. Bir kil maskesi olarak cildi yatıştırmakta üzerine yok. Ergenlik döneminde cildi derinlemesine temizleme sloganı ile piyasa da olan bir çok ürün kullandım fakat cildimi yıprattıklarını gördüm. Bu ürün daha naif yüzde yüzlük bir memnuniyet tabi ki sağlamıyor fakat bu maskeyi uyguladıktan sonra ve öncesinde hissettiğiniz arınmış t bölgesinin özellikle ferahlık duygusu ürünü alabiliriz tavsiyesi veriyor.
Kitabıma dönerken 😊yorumlarınızı bekliyorum. 


3 Ağustos 2016 Çarşamba

DOĞUM GÜNÜ HEDİYEM


 Bana geceyi getirebilir misin? Sanırım böyle başlıyordu tanıdığım bildiğim bir hikayenin unutmamak için hafızamın derinlerine gömdüğüm sayfaları... Her insan bir dünyadır biliyorum fakat bu dünyanın hikayeleri kimi zaman yorarken kimi zaman heyecan uyandırıyor yada merak mı demeliyim. Kokuları bu yüzden seviyorum. Üniversitedeyken ev arkadaşımın sözleri hala kulağımda... 
İnsanları kokularıyla hatırlarım. Anılarımı geri getiren kokulardır. Haklıymış. Doğum günüm gecen aydı fakat nedense bu konu hakkında yazmamıştım. Belki de hala aradığım o kokuyu bulamadığımdandır. Yasemin kokusunu sever misiniz? Benim en sevdiğim çiçektir, yasemin. Geceyi anımsatır. 

Yaz çocuğu olarak yazı yaşatır benim için gece kokusu hatta yaz kokusu yasemin olmuştur. Yves Rocher'da kendime doğum günü hediyesi baktığımda ki aklımda yoktu gerçekten almak, ellerim bu kokuya yöneldi. Yasemin... Kendime gecenin kokusunu yanı yazı hediye etmek istedim. Doğum günüm olduğu için kozmetik alışverişi yapmak için Yves Rocher mağazasına uğramıştım. Doğum günü kampanyası olan bir artı bir şeklinde ve birde şampuan hediyesiyle çıktım. 

Uzun uzun düşünmem gerekmedi almak için hafif bir koku çünkü. Ağır konulardan hoşlanmıyorum. Fakat bir haftadır şunu fark ettim. Gerçekten dünyada ne kadar insan yaşıyorsa her bir yaşayan canlı kendine özel ve etkili... Nerden mi bu kanıya vardım. Mutlulukla aldığım bu güzel parfüm bende beklediğim gibi durmadı.

 Hafif bir esinti şeklinde yazı anımsatmasını beklediğim koku bir başka geldi. Sanki ben değilmişim gibi. Bir artı bir şeklinde aldığım aynı parfümü de ablama hediye etmiştim. Oda bir ilkbahar kızı olarak benden daha fazla sevdi. İki kardeş biri ortalama bir memnuniyet diğeri ise gayet memnun anladım ki kişiye özel her şey. Beklentiler, sonuçlar hatta sonuçların etkileri. Ancak yasemin kokusunu gerçekten sevenlerin mutlaka denemeleri gereken bir parfüm. Bende istediğim gibi olmadı lakin almasan kesinlikle pişman olurdum. Hafif ve kalıcı olan bu kokunun bende sebepleri ve sonuçları farklı olsa da kullanmaya devam edeceğim. 
 Gerçekten sevdiğim kokuyu bulana kadar aramaya devam 😉

29 Temmuz 2016 Cuma

NOTE CONCEALER


      İnternetin sınırlı olmasına az bir zaman kala yanı yaylaya gitmeden önce bol bol paylaşım yapmak istiyorum. Yaz ayları hızla ilerlerken özellikle de Temmuz gibi bir sıcak aydan diğer aya geçiş yaparken cildimiz havanın tüm durumlarını yansıtıyor sanki. Güneş kremleri BB ve CC Creamler derken hızlı kilo alıp verme sorunu yaşayan birisi olarak göz altım Ramazan'dan sonra özellikle yorgun gözükmeye başladı. Üstüne üstlük siyah halkalar da kendini belli etmeye başladı. Bu aralıkta doğal duracak bir ürün ararken karşıma bu ürün çıktı.
      Alışveriş merkezinde yüzde elli indirim gördüğümüzde gerçekten alma isteği ile dolu olanlardan misiniz bilmem ama ben Note yüzde elli indiriminden oldukça yararlandım ki dudak kalemi yorumunu ilerleyen zamanlarda aktaracağım.  Hemen hemen bir aydır kesintisiz kullandığım bu üründen oldukça memnun kaldım. Doğal durması bir yana özenli kullanıldığında çizgilere dolmaması ve yorgunlukları alan temiz bir görüntü vermesi ile tavsiye ediyorum. Öyle ki yazısı bile silinmeye başlamış.  Elim makyaj çantamda yanımdan ayrılmayan bu ürün bittiğinde indirimsiz dahi olsa bir daha alacağım. Arkadaşlarımdan duyduğum kadarıyla yüzde kırk indirim Note da devam etmekteymiş. Ben de sanırım 19 lira gibi oldukça uygun bir fiyata almıştım. Cildimiz gerçekten günümüzde hava şartları, beslenme alışkanlıklarımızdan oldukça etkileniyor. Karma ciltli birisi olarak bir urun pahalı diyerek en iyisi olduğunu düşünmekten Se denemeyi, araştırmayı seviyorum. Mineralli yapılı ve çevremdeki insanların da yorumladığı ürünleri takip ediyorum. Her bir markada iyi bildiğim ve kullandığım ürünleri paylaşmak sizlerin de görüşlerinizi almak isterim. Yorumlarınızı bekliyorum😊

27 Temmuz 2016 Çarşamba

YVESROCHER GÜNEŞ KREMİ



      Güneş kremleri ve ben... Şehre yayladan sonra adım atar atmaz elimden düşürmediğim beklentilerimin kendimce yüksek olduğu kremler... Karma bir cilt olduğum için arayışım belki de hep devam edecek lakin şimdi elimdekileri yorumlamalıyım. Öncesinde pure beauty güneş kremini yorumlamıştım. 30 faktörlük biraz kozmetik olan bu kremden sonra Yves Rocher güneş kreminden memnuniyetim sürekli değişti. Pes etmeden kullandığım ilk günlerde sivilce yaptı.  Aynada gördüğüm an çok üzülmüştüm. Sonrasında ise bırakmadım kullanmayı. Yaşadığım şehir güneşin memleketi desem bilmem abartmış olur muyum. Yaz aylarında cildimize herhangi bir urun kullanmadan çıkmak isteyenler için güneş kremleri çok güzel.(benim gibi tembel olanlar için bile 😊) neyse konumuzdan dağılmayalım değil mi ! Bir ayın sonunda pes etmeden kullandığım da sivilce çok nadir olarak çıkmaya başlasa da ne yazık ki çıktı. Çıkmaması için cildimi derinlemesine eve geldiğimde temizlemem gerekti. 50 faktör olması müthiş olsa da karma ciltler için tavsiye etmiyorum. Fakat kuru ve normal ciltli arkadaşlarımdan bazıları (kullanan arkadaşlarım oldukça memnunlar ve tavsiye ediyorlar) makyaj yapmadan önce baz gibi de kullanıyorlar. Şimdilik yazımı burada sonlandırsam da eczanelerde arayışım sürecek. 😊

22 Temmuz 2016 Cuma

ZAMAN VE BEN

Yürümek iyi gelmiyor kimi zaman...Geçmiyor kararsızlıklar. Ortasından başladım kelimelerime. Uzun zaman olmuş yazmayalı ve ben yazmayalı ne kadar çok şey oldu. Şimdi de bir kararsızlık aşamasındayım. 25 yaşıma girmeme az bir kala ilk defa kendim için cesur olmanın kararsızlığında. Üniversite sınavına girdiğimde beklentim aslında beklentisizlikti fakat içimdeki o sese hayır diyemedim. Klasik kelimeler vardır istediğin mesleği yapmazsan hayatın ızdırap olur. Sanırım kolay alışıyorum ben. Atanmamış bir öğretmen olarak mesleğimi sevdim fakat bana yakışan benim içinde iyi hissetmediğim fakat dolabımda birinci sırada duran elbise gibi olan bu meslekte yeterince mutlu olabilecek miyim sorusunu ben geç fark ettim. Şimdi ise gerçekten olmak istediğim yapmak istediğim meslek için elimde bir fırsat var lakin 18 yaşında değilim. Zaman birçok anıyı önüme seriyor cesaretimle dalga geçercesine. Keşkelerimin daha fazla olmaması için ilk adımı atmalıyım biliyorum fakat büyümek yaşlanmak mi olacak o zaman bilmiyorum. Ömür denilen kum saati hızla akarken her hayal her adım önemliyken neden tereddütteyim kendime kızıyorum. Yürümek bana bu sefer iyi gelmedi. Toroslar sadece iç sesimi dinlediler suskunluğun bilgeliğiyle...

9 Temmuz 2016 Cumartesi

SİYAH VE BEYAZ


Dönüş yolunda... Bayramın üçüncü günü çıktığımız yaylalardan geçerli bir sebeple indik. Nişan töreni... Tam tamına 10 yıllık arkadaşim nisanlaniyordu. Yaşlanmanin yan etkileri bu olmalı hatirladiginiz onca anı bu yolda gözünüzün önünde yeniden canlanıyor ve siz sadece alıştığınız bir iç sesi uslubu ile Allah mutlu mesut etsin insAllah diyorsunuz. Kalpten bir inanç olmalı hakkediyor çünkü. Sanki mutluluk kazanılmış bir görev yada hak edilmesi gerekilen bir davranış gibi. Oysa mutluluk içten gelmez mi bayramda küçücük bir çocuğun tebessumunu gormek nefes aldığın için şükretmek ve gerceklesmese bile hayallerin yeniden hayal kurmak değil mi
? Yollar uzun,Toroslar sicakti. İzlerken öğreniyor insan avuç içlerinde atan mutluluğu. Beklediğim umut ettigim yasima girmeme az kaldı. Büyümeyi yas almakla bir tutanlardan değilim fakat gülen yüzlerin etrafındaki kırışıklıkları seviyorum. Kalplerinde hayatın yorumlarını taşıyan fakat hep umut dolu insanlari tanıdım ben kimi zaman kitaplarda kimi zaman da gülmeyi bilmeyen suratlarda. Siz siz olun gülmekten kahkaha atmaktan çekinmeyin. Mutlulukları nazar değer korkusuyla söylemekten kaçınmayin. Hayat dolu ve bosuyla kısaca herşeyiyle yaşamaya değer... Nisan ayrıntıları diğer yazıda yorumlarınızı beklerim...😃

2 Temmuz 2016 Cumartesi

Zaman Değişmez İnsanlar Değişir


Nazan Bekiroğlu... Nar Ağacı...Okumuş muydunuz? Yada yolunuz  bu kitaba rastlamış mıydı? Benim ikinci kez yolum bu kitaba düştü. Bu kez farklıydı ama. Bu kez her bir satırdaki yansımalarımı arayacaktım biliyordum. Neden mi? Sanırım büyüyordum. Çocukluğumdan beri kitaplarım kıymetlilerimdi. Altlarını çizmek notlar almak bana göre değildi. Tuhaftır ki saygısızlık gibi geliyordu. Kitaba ve onun her bir zerresine saygısızlık. Yırtmamalı ve korumalıydım lakin zihnimde. Hesaba katmadığım şey yaş aldıkça kelimeler eskimese bile benim zihnimin yorulduğuydu. Bir cümlenin diğer bir cümledeki karşılığını unutmaktı.  

      Yansımalarımın parçalarını bulamamaktı. Düşlerimin kılavuzunu kaybetmekti. Şimdi sırf belki de bu yüzden elime aldığım ve gerçekten bende iz bırakan kitaplara notlar alıyorum. Bir sonraki zamanda duygularımı anımsamak için. Zamanın değişmemezliğinde değiştiğimi görmek için notlarım var artık
 Nar ağacı benim için özel bir kitap her bir satırını zihnimde oluşturduğum resimdeki o parçaya eklediğim ve anladığım bir yaşamsallık sanki. Bu kitabı okumanızı tavsiye ederim. Kütüphanenizde bulunması gereken kitaplardan...

 Okunmalı en azından kütüphanenizde bulunmalı. Çünkü zihninize kazınan bir cümle bazen bir sayfalar dolusu hayatı özetler. "Ve ki gidenler gidince geride kalanların paylaşacak bir şeyi kalmamış olmalı ki yazışmanın devamı gelmemişti" anlamı derin yorumu ruhumuzdaki yansımada yer alan bu cümle yüzümde hüzünlü bir tebessüm bırakırken Nazan Bekiroğlu'na olan hayranlığım artıyor....

1 Temmuz 2016 Cuma

TOROSLARI İZLEMEK


Toroslara uzanmak... Çukurova'da yaşayanlar için bir çocukluk alışkanlığı, anısı bir yaz mutluluğu...  Çukurova'nın herkesin bildiği yüzünün aksine  rüzgarı anımsamak için ellerini uzatmak...Sıcak bir şehirde yaşıyorum oldukça sıcak. Kelimelerin sanki ağızdan çıkmadan buharlaştığı desem abartmış olur muyum!!!! Ama seviyorum bu sıcağın tonlarını görmeyi özelliklede yazı seviyorum. Şikayet ediyorum kimi zaman bende insanım. Fakat düşününce yaz mutluluklarına değer bu sıcaklar. Yolculuklarımız da zaten bu yüzden değil mi, yaşadığımız acılara rağmen değecek mutlulukları arama rüyamızın peşinden gitmek... Tamamlanmamış cümlelerimiz için bir durak aramak, sonrasına devam edebilmek için. Kısa bir yolculuk benimkisi güzel bir kafa tatili olacağına inanıyorum. Bayramı yaylada geçirmek sonrası gel gitlerle sürecek yolculuklara hazırlanma sureci derken biliyorum, temmuzda bitecek. Daha yeni gelmiş bir ay için bitmesine üzülmek bana özel sanırım. Haksız sayılmam. Temmuz benim için 12 ay içerisinde en özel aylardan ne getireceğini bilmiyorum. Merak etmeyecek kadar yorgun büyüklerden oldum sanırım. Büyümenin de en sıkıcı yanı bu. Merak duygusunun körelmesi. Bu yüzden yeni yerler hayatımda bir sonraki perde olacaksa eğer o bir sonraki perdeye geçene kadar çocukluk kahkahalarımın, mutluluklarımın ve alışkanlıklarımın kısacası yazlarımın geçtiği yerlerde vakit geçirmeliyim hissi kalbimde bir yerlerde...   Bu fotoğrafı çekerken fark ettim bu güzel yalnız Torosların hikayesini anlatmalıyım ya fotoğraflarla yada kelimelerle.

27 Haziran 2016 Pazartesi

TATİL GELİYOR


Sahi tatile kaç gün kalmıştı?
Zamanın tik taklari fazlasıyla hızlı akarken sorular cevapları aramakta... Ramazan ayının sonlarına yaklaştık. Çok şükür güzel bir Ramazan geçirdim. Bayram da umuyorum ki daha da güzel geçecek. Fakat asıl tatil bayramdan sonra başlayacak. Gerçi kafamı götürdüğüm her yerde tatili yine kendim belirleyeceğim sanırım. Atanamayan bir öğretmen olarak güzel geçmeyen bir yüksek lisans döneminde kendimi düşündüğümde geriye dönüp bakıyorum ve hapseden büyük bir stres bulutunu görüyorum. Bu yüzden kafa tatili denilen o tatile ihtiyacım fazlasıyla var. Düşünmeden geçen bir kaç hafta bile benim için tatil aslında. Bu yüzden bu hafta belirlediğim kitapları almaya çalışacağım. Bayram kalabalığına yakalanmadan... Sizlerle de paylaşırım...Uzun uzadıya... Kitaplar konusunda fazlasıyla konuşkanım yorumlarım sayfalarca sürebilir ve alınacak bir kaç parça urun ekleyerek... Çantalar dolusu ürünle dışarı çıkanlardan değilim fazlasıyla.  Yorgun hatta tembelim bu konuda ama paylaşmak istedim. Benim gibi olanlar mutlaka vardır. 
Özellikle de kozmetik alanında indirimler bu kadar göze çarparken almak istediklerinizi sizlerde gözden geçirirsiniz. İki yıldır vazgeçemediğim Sephora göz makyajı temizleyici için diyebileceğim tek kelime "mükemmel" göz yakmayan ve defalarca kullanmanıza gerek kalmadan tek kullanımda büyük bir bölümünü temizleyen bir urun. Geçenlerde görmüştüm tatil setini indirime alan Sephora dan bu ürünün küçük boyunu alıp tatil boyunca deneyebilirsiniz. Bir ara aldığım Garnier göz makyajı bitirmeyi planlıyordum fakat gözlerimi yaktığı için kalan kısmını kullanmayı artık düşünmüyorum. 
Geçen hafta Yves Rocher'in 50 faktörlü güneş kremini almıştım gözüme o zamandan çarpan Yves Rocher göz makyajı temizleyicini almıştım. Bir iki kere kullandım şimdilik fena değil gibi. Belki bu ürünleri kullanmayı düşünenler vardır. Yardımcı olabildiysem ne mutlu bana....😃

17 Haziran 2016 Cuma

KENDİME YOLCULUK

 
İzliyorum. Kaçıp giden yol kıvrımlarını, ardı arkası kesilmeyen arabaların biraz önünde biraz gerisinde kaçırdıklarımı düşünüyorum. Çoğu zaman yolculuklarda sessiz olurum. Sessizlik benim için bir alışkanlıktan da öte bir görev gibi. Yolun ruhuna saygı duymanın bir başka yanı. Bu yüzden yolculuklarda tek başıma olmayı fazlasıyla seviyorum. Kendi sessizliğimde kendi kelimelerimi duyarak kırgınlıklarımı tamir etmeye çalışmak iyi geliyor sanırım. Mesafelerin kısalığı veya uzunluğu fark etmiyor sadece kelimelerim ve ben. Önceleri yürüme mesafesinde olan bir yolculuk sonrasında yerini çeşitli araçlara bıraktı yerini. Artık kader olduğunu düşünüyorum. Kelimelerimin oluşturduğu bir dünyayı anlamlandırmak hatta anlamak için koşmak yerine izleyerek yol alıyorum. Yorgunluklarımın bir kısmı insanları anlamaya çalışmaktan bir kısmı ise gerilerden geliyor. Keşkelerimden... Büyüdükçe karmaşıklaşan bir dünya da denklerim de üç bilinmeyene dönüşüyor. Kalp kırgınlıkları gözyaşlarını getiriyor. Biliyorum; herşey değişir... Öyle sanıyorum ya da ara ara böyle düşünmek iyi geliyor. Sadece... Güvenmek değişmese! Güven; kelime anlamının altını doldura doldura kalsa. Güven elle tutulabilinir olup görüldüğünde ise tüm sorunları dağıtan bir kelimeden fazlası olmasına gerek yok. İnsanlar zamana bağlıyorlar. Zamanın acımasızlığında kırılgan olmamalısın dercesine sözlerini sertleştiriyorlar. Oysa kılıfı zamana bağlayarak uydurmaya çalışanları gördükçe anlıyorum. Kullanmadığın duygular senide dondurur. Bu yüzden seviyorum; iç muhasebem için yolculuklar yapmayı...  36 derece... Çukurova fazlasıyla sıcak. Evlerden dışarı adım atacak bir sebebe gerek kalmadan vücut "Hayır" diyor. Biraz sıcak biraz oruç olmak... Belki dün ya da önceki gün yani zamanından ardında kalan düşüncelerle fonda Can Atilla; Gül Bahçesi... Dinlerken huzur bulacağınız hikayesi olduğunu hissettiğiniz kelimelerinizi yaşatan bir müzikle Gül Bahçesinde olduğunuzu düşünerek gülümsemek. Ne olursa olsun; kelimeleriniz ne kadar yorgun olursa olsun gülümseyin. Bir başka yolculuk bir başka düşünce kapısı her daim olacaktır. İnanmanın güzelliğinde.... Hayırlı Ramazanlar!