"Çoğumuz kendi korkularımız ya da başkalarının şartlandırmalarıyla kendimizi düşük beklentilerin olduğu bir dünyaya hapsederiz. (sf.217)"
Kitaptan bir alıntı ile yazıma başlamak istedim. Daha doğrusu kaybolduğum satırlar arasında zihnime en fazla soru sorduran alıntılardan birisi ile başlamak istedim. Şu sıra eğitim içerikli ve dünyadaki eğitimin sorgulanması ile ilgili çok fazla kitap okuyorum. Kovid-19 hayatımızı bu kadar ele geçirmişken bizden sonraki kuşaklar ve aslında kovid sonrası dünyadaki eğitimin geleceği merak konusu. Sizce de öyle değil mi? Klasik eğitim anlayışımız aynı kalabilir mi? Aynı kalmaya zaman izin verebilir mi; sanmıyorum. Zaman; hayatın en büyük sırdaşı ve attığı her adımda hayatın değişim dinamizmini etkileyen en önemli bir bilge unsur. Fakat insanoğlunun neredeyse yüz yıldan fazla aynı soruları sormasına ve bir cevap dehlizinde kulaç atmasına rağmen yine de temel sorulara işaret etmekten kendini kurtaramamış. Eğitim nedir ve iyi bir eğitim nasıl olmalıdır?
Kitabın yazarı; John Taylor Gatto otuz senelik öğretmenlik hayatında çeşitli okullarda; belirtmeliyim ki refah düzeyi birbirinden farklı olan bölgelerde çalışmış hatta Amerika'da yılın öğretmeni ödülü almış. Eğitim camiasındaki bunca yılın ardından eğitime oldukça farklı bir açıdan; muhalif olarak yaklaşmış. Eğitime muhalif olunur mu demeyin; bu kitapta okuyucuya sunulan düşüncelerin nedenleri ve sonuçları çerçevesinde aslında matematiğin istatistik sonuçlarına da yer verilmiş. Kitabı okurken hayretler içerisinde kalacağınız satırlar bir kenara bence bu kadar da sert bir bakış açısı olmamalıydı düşüncesine kapılacaksınız. Aslında Gatto'nun hedefi okuyucuları, kitleleri düşünmeye ve sorgulamaya yöneltmek. Hayatımıza giren zorunlu eğitim ile insanların çocukluk süreçlerinin uzatılarak yetişkinliğin ertelendiğini ve bu durumun özellikle yapıldığını belirtiyor. Gerçek hayattan kahramanların hikayesi ile bu düşüncesini pekiştiriyor. Gatto'ya göre eğitimli insan iyi bir okuldan
(üniversiteden) mezun olmuş insan değil bu yeterliliklere sahip olan insan. John Kanzius örneğini veriyor. "John Kanzius, kanserli tümörlere karşı yeni bir
alet icat edebilmiştir çünkü o, kanser araştırmalarında uzman olmadığı hatta
bir üniversite bitirmediği için, farklı bakış açılarını bir araya getirmeyi ve
konuya o şekilde bakmayı başarabilmiştir.(sf.265)"
Gerçek bir eğitimin aynı tip ve aynı düşüncede insanlar yetiştirmek yerine kendini bilen, özelliklerini tanıyan ve aslında hayatında yetkin kararlar verebilen bireyler yetiştirilmesine imkan sağlaması gerektiğini savunmakta. Derslerin belirli saati ve teneffüslerle bitti komutu verilircesine evlere dağılıp gerçek problemleri tartışmayı engelleyici durumların olmasından bahsederken ertesi güne müfredattaki ilerlemeyi sağlamak adına edinilen bilgilerin unutulmasına vurgu yapıyor.
Gatto'nun bu düşüncesine katılıyorum. Eğitim hayatımızda edinilen bilgilerin uygulanabilirliği olmadığı sürece daha doğrusu teorik kısmında takılı kaldığımız sürece unutacağız. Hayata geçirilmeyen, dün veya yarın değil bu günde işimize yaramayan eğitim körelmeye mahkum olacaktır. Yazarın dört yaşındaki çocuğu annesinin evi bulabilir misin sorusu üzerine; bırakıp evi bulmasını beklemek gibi gerçek yaşamdan verdiği kesitler bilmiyorum ama benim için çok fazla. Benjamin Franklin'in hayatından kesitlere yer verilmesi henüz 18 yaşında dünyayı dolaştığı teknesini New York limanına demirleyen Tania Aebi gibi gerçek yaşam hikayeleri beni de bazı noktalarda hayrete düşürse de temeldeki anlamın şu şekilde olduğunu düşünüyorum;
Eğitim bir sonuçtur; birçok alanın paylaşımında
şimdiden gelecek uzanan geçmişin köprüsüdür. Eğitim; kendini tek bir konu
tek sınırlamaz; sosyoloji, tarih ve medeniyet kuramı iç içedir. Hayatla konunun
bağı kurulmalıdır. Hayatın her alanında dört duvara bağlı
olmaksızın her anda eğitim gerçekleştirilebilir. Eğitim şimdi de faydasını
göstermelidir. Ertelenen umutlar, yetenekler, mucitlikler üniversite ve sonrasına ötelenmemelidir. Sorunlara çözümler üretebilmek için düşünen, kavramlar arası bağlar kurabilen, yaşamdaki yetkinliği kavramış bir çocuk gerçek başarının adımlarını ikişer, üçer hatta beşer beşer atabilecekken neden tek tek atsın hatta adım atmakta tereddüt yaşasın?
"Fabrika usulü eğitim,
yirminci yüzyılın başında bizim tarihten gelen özgürlükçü eğitim anlayışımızın
yerini aldı. Amaç çok farklı yönlere doğru gitme eğiliminde olan bireyselleşmiş
hayat modelinin tek tip hale getirilmesiydi. Çünkü özgürlükçü eğitim gibi bir
hammaddeden yönetimle ilgili kullanışlı bir ütopya üretilemezdi, özgürlük
hiçbir şekilde yönetimsel etkinliği daha da artıracak bir rol oynayamazdı.(sf.250)"
"Küçük bir yelkenliyi tek başına kullanmayı öğrenmeye çalışan kişi,
rüzgara karşı belirlenmiş hedefe doğru dümdüz ilerlerken kaçınılmaz olarak sağa
ve sola ciddi yalpa vuracaktır. Fakat pratik yapa yapa başlangıçtaki acemi
hataları düzelecektir çünkü geribildirimler denizci adayının reaksiyon ve
muhakemesine yön vererek onu eğitecektir.(sf.152)"
Bence okunması gereken ilginç belki biraz sert ancak temelde teorik bilgiye hapsolan çocuklarımızın özgün, hayatının hikayesini yazmaktan korkmayan ve bu konuda adım atan, sorunlara çözüm üretmek için ötesini değil şimdi de çabalayan bireyler olarak yaşamda var olması gerektiğini vurgulayan bir kitap. Okul öğretimi ve eğitimi kesin bir şekilde ayırmış, eğitime daha doğrusu gerçek bir eğitim nasıl olması gerektiğine dair fikirlerini savunmuş okuyucuları da bu konuda düşünmeye sevk etmiş zorunlu okul öğretiminin ise bireyleri tekdüzeleştirdiğini belirtmiş yazar.
Şimdilik yorumlarım bu kadar. Sizlerin de yorumlarınızı beklerim...