İngiltere etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İngiltere etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Nisan 2020 Pazartesi

Virginia Woolf/ KENDİNE AİT BİR ODA


İki günlük sokağa çıkma yasağı sonrası bir yaz esintili gün olan pazartesi... Son zamanlarda her gün birbirinin aynısı gelse de doğa değişimini bizlere hatırlatıyor. Adana için en güzel aylardan birisi; yaz oldukça boğucu bir sıcak olduğu için gerçekten Nisan ayını çok seviyoruz. Sağlıkla kalmak en büyük duamız. Umarım hayatın normale dönmesi uzun sürmez. Sevgili mordüslerkitaplığı bir etkinliğe davet etmişti. Ama ben mart ayında iki kitap okuyabildim. O yüzden kısa özet yerine iki yazımı da bu kitapların yorumlamalarına ayıracağım. 

Virginia Woolf/ Kendine Ait Bir Oda uzun zamandır okumak istediğim bir kitaptı. Beklentimin biraz altında kalsa da etkileyici
paragraflar barındırmakta...Notlarım, 

"...Hayatın ticaretine girmeniz konusunda sizi daha nasıl teşvik edebilirim? Genç bayanlar, derdim, lütfen katılın, çünkü konuşmanın sonu başlıyor, bence siz utanç duyulacak kadar cahilsiniz. Asla önemli denecek bir keşif yapmadınız. Asla bir imparatorluğu sarsmadınız ya da bir orduyu savaşa götürmediniz. Shekaspeare'in oyunlarını yazmadınız ve asla barbar bir ırka medeniyetin nimetlerini tanıtmadınız..."             
     İlk sayfalarda kendinizi kaybetmiyorsunuz ya da haklı yazar hiç bu şekilde düşünmemiştim demiyorsunuz. Ancak paragraf aralarındaki cümleler son sayfalara doğru biraz daha devam edilseydi düşüncesindeydim. 
    "Kadın eğer yazacaksa ortak oturma odasında yazmak zorundaydı."
Bu alıntıya katılmamak elde değil. Ama zamanla bu durumun değiştiğini de düşünüyorum. Evler büyüdükçe kişiye ait odalar artıyor. Ben dört kardeşin en küçüğü olarak çocukken evimiz biraz küçüktü ve ödevlerimi oturma odasında yapar; oturma odasında uyurdum. Şimdi kendime ait odayı yazı yazmak için kullanıyorum ya da bu ara öğrencilerime Scratch programı üzerinde uygulamalar yapıp gönderiyorum EBA'da...
"Mesela zengin insanlar sık sık kızgındır çünkü fakirlerin, servetlerini kapmak istediğinden şüphelenirler"(Bu alıntı ise ayrı bir tez konusu)

"Gerçekliğin beyaz ışığında değil, duygunun kırmızı ışığında yazılmışlardı."(Duyguların renklerle bu kadar güzel yansıtılıp kelimelere aktarılması gerçekten harika...)

Kadınların kendilerine ait 500 pound'a sahip olduklarında birer sanatçı çıkacağını ve özellikle Shekaspeare'in  kız kardeşi olsa tezi ile yola çıkılan düşünceler yumağında yazar; Elizabeth dönemindeki kadınların durumuna da bir ışık tutuyor. O dönemde 500 pound veyahut bir miras kalması ile kadınların sahip oldukları sıkıntıları bir kenara atıp ruhlarındaki o yazma duygusunu çıkaracaklarını dönemlerine damga vuracakları kanaatinde olan yazar; düşüncelerini bir tezi savunur gibi ifade etmekte. Örneklerle ile çevresindeki insanlarla, profesörlerin hareketleri ile yalnızca öğrencilere açık olan bir bahçeye giren bir yabancı olmayı bırakarak düşünceler dehlizinde adeta kaybolurken açıklamakta... Virginia Woolf'un hayatını kitaplarından önce okuduğum için onun yaşamı ile yazdıklarını ister istemez bağdaştırdım.
Kadınların cam bir fanusta korunaklı şekilde yetiştirilmemesi gerektiğini düşünenlerdenim. Bir gün gelip de o fanus kırıldığında çok yıkılan gördüm. Çok güçlüyüz hayatın her alanında var olurken sıkıcılığı yıkıp geçiyoruz.
 Kitap dönemi ve bu dönem arasında sayılar fazla olsa da hala almamız gereken çok yol var ne yazık ki... Ne yazık ki diyorum başarılarımızı ispatlamak zorunda kalıyoruz. Bir şekilde baskın olan başarılar erkeklere aitmiş gibi kalıyor. Umarım daha eşit şartlarda mücadele edebileceğimiz ve hayatın her alanında zaten vardık ama şimdi hakimiz diyebileceğimiz bir dünya olması dileğiyle...
Beklerim yorumlarınızı...

1 Temmuz 2019 Pazartesi

JANE AUSTEN




JANE AUSTEN



Temmuz ayının ilk günü ve ayın ilk yazısı film yorumlaması ile gelsin... Bulutlu biraz gri ve biraz esintili bir film ile. Yaz mevsiminde kış esintili kısa bir mola diyelim. Becoming Jane... Aşkın Kitabı... Aşk hakkında bildiğimiz veya bilmediğimiz kitaplar yazılmamış mıdır! Peki o sevdiğimiz, hayran olduğumuz ve karakterlerle kendimizi konuşurken bulduğumuz kitapların yazılma süreci? Herkesin sonuca baktığı dünyada sonuca giden süreç sanırım pek ilgi çekmiyor.   





Aşk ve Gurur kitabını okurken istemsizce şu soruyu soruyordum; yazar yaşadıklarının ne kadarını eserlerine yansıtmış olabilir? Bu arada Aşk ve Gurur filmi lisede oldukça popülerdi. İzleyenler izlemeyenlere tavsiye ederek mutlaka izletirlerdi ki ben yine filminden önce kitabını okuyanlardan birisi olarak film mi kitap sorusuna üçüncü bir yanıt vereceğim... Dizisi... Hatırlayanlar var mıdır bilmiyorum ama TRT'de bir zamanlar yayınlanırdı. Kıyafetler; o puslu hava diyaloglar filmini de izledikten sonra Keira Knightly en sevdiğim oyuncu ve bay Darcy en sevdiğim karakter olmuştu ki... Darcy hakkında yazdıkça yazmak istesem de biz Jane'e dönelim. 2007 yılı yapımı Becoming Jane filminin başrol oyuncusu Anne Hataway... Bu kadının gülümsemesine hayranım dönem film kıyafetleri çok yakışmış. Sade ve etkili renklerin; zarafeti ön plana çıkarması bence dönem kıyafetlerini özel kılan.



Konusu: Zengin bir erkek ile evlilik yapmasını istenilen Jane fakir bir ailede yetişmiştir. Yazarlık konusunda oldukça yeteneklidir. (Zaman zaman kızgınlıklarını yazarken gördüğünüzde yazma aşkına şaşıracaksınız. ) Ancak bu yeteneklerin önemsiz olduğu ve iyi bir evlilik yaparak rahat bir hayat sürmesi gerekliliği sık sık vurgulanır hem olaylarla hem de şahıslarla. Zengin damat adayı Wisley ise biraz utangaç biraz da Jane'nin kendine has özelliklerine ki bence zekasına hayran olan birisidir. (Aslında bu karakteri sevmiştim) Jane ise kadın olarak toplumdaki yerinin zengin bir erkekle evlenerek değer kazanma düşüncesine karşı çıkmaktadır. Onun için önemli olan yazma tutkusunu ailesinin tüm baskılarına rağmen korumaktır. Fakat bir gün genç avukat Tom Lefroy(James McAvoy) ile tanışınca düşüncelerini sorgularken,  yeni bir hayat isteği ona cesaret verecektir. 

Filmden küçük alıntılar;

"Bazen sevgi zamanla açan utangaç bir çiçektir."(Mr.Wigley)

"Umarım aşk yeniden gözünüze girer"(Tom Lefroy)

Filmden etkilendiğim iki küçük alıntı... Alıntıları aldığım sahneler ve filmin sonu dışında filmi oldukça vasat buldum. Bir kadının toplumdaki yerinin evlilik ile ölçülemeyeceği ve kadın olarak ayakta durabileceğini göstermesi, gururunu korurken ben bulduğum durum ile yaşarım yeter ki yazmaktan ayrı kalmayayım... Aslında mükemmel bir konu; mükemmel arka plan; yeşil ve grinin uyumu her zaman sevmiştim; ve dünyaca bilinen kitapların yazarının hayatının dikkat çekiciliği derken iyi bir film beklentisi içerisinde oluyorsunuz. Ancak olmamış; çoğu sahneyi sıkıntıdan atladım. Anne Hataway'in hatırına dayanmak istedim ama yorucu geldi. Kelimelerle doldurulan sahnelere razıyken; bazı konuların üstünkörü işlendiğini düşünüyorum. Aşkının peşinden gitmeyi denerken bir anda bir vazgeçiş evet bazı kararlılıklar var hadi ayrılalım olmamış. O duyguyu geçirmedi. Aslında İngiliz filmleri denildiğinde benim de aklımda soğuk, katı kuralcı ve etkili karakterler gelse de başrol karakterler yerine o duyguyu veren tek karakter Mr.Wigley oldu. Gözleri, hafif gülümsemesi ile yürüyen karizma olduğunu düşündürdü en azından benim için :) Son sahnede ise görmek istediğim hüzünlü mutluluk hop yüksek bir avizenin yeteri kadar ışık vermemesi gibi ortada kaldı. Gelenekselcilik, dönemin özellikleri ve kadının toplumdaki yerinin sorgulanması Jane Austen'ı benim için özel bir yazar haline getiriyor. Filmde karakterlerim evet zorlanacaklar ama sonunda mutlu olacaklar derken gülümsemiştim. Umudunu kendi yaşamı ile derinleştirip yeniden bir hayat oluşturmuş gerçekten de. Hiç evlenmemiş, yazmaktan vazgeçmemiş... 
Dönemler değişse de anlayışlar ve anlayışsızlıklar aynı kalabiliyor aslında... Zamanın değişimindense insanların iyi yönde değişmesi önemli olan...
Beklerim yorumlarınızı ve önereceğiniz film tavsiyelerinizi... Instagram:@camdanduslerblog