İstanbul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İstanbul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Temmuz 2018 Salı

TAAŞŞUK -I TALAT VE FITNAT

          Aşkın yükü... Tüm duygu karmaşasının ortasında aşk olup olmadığına karar verebilmek... Sorular ve cevaplar dünyasında kimi zaman cevaplarla mutlu olmak kimi zaman da sorularla yetinmek...Zordur vessalem. Kitaplar dünyasında sorular paragraf aralarında gibi dursa da cevaplar okuyucuların zihnindeki betimlemelerdedir. Benim için de klasikler özeldir. Özetini bildiğim bir kitabın kendisini okumak da nasip oldu. Bitirir bitirmez yorumlamasını yapmak istedim. Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat... Acıklı bir aşk hikayesi. Edebiyatımızda aşk defalarca işlense de her bir yazarın dokunuşu ile bambaşka yollar çıkmış. Şemsettin Sami bu acıklı aşkı kaleme dökerken edebiyatımızdaki ilk yerli romanı yazmıştır. (Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat) Bu arada Şemsettin Sami iki roman çevirisini de edebiyatımıza kazandırmıştır; Sefiller ve Robinson Cruoze…
    Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat dönemin öncü eserlerinden olsa da modern olay örgüsü oturmuş romanlara kıyasla eksiklikleri olan bir roman. Geçiş bölümleri arasındaki kopukluklar biraz dikkat dağıtabiliyor. Sahne 1 akış sahne 2 ancak noktalanmamış kısımlar bizim hayal dünyamızda birleşiyor. Genel örgü ise;
Talat'ın ailesi ile; dadı ve annesinin genel konuşmaları ile başlamakta. Başı ağrıdığını söyleyen Talat'ın bu duruma üzülen annesi ve dadının bu çocuğun başka bir derdi var söylemiyle geçmekte. Hakikatte dadının hisleri doğrudur. Talat bir aşka düşmüştür. İlerleyen bölümlerde anlayacağımız... Talat'ın annesi Saliha Hanım oğlunu babasız büyütmüştür. Talat 19 yaşında kalem yani devlet dairesinde çalışmaktadır. Dadı ile Saliha Hanım konuşmalarından anlıyoruz ki Talat sakin, yaşına göre olgun ve güleç bir gençtir. Dadı evlendirelim dedikçe Saliha Hanım eşi ile olan evlilik hikayesini anlatır. Bu hikaye de güzel yer yer tebessüm ettiren bir hikaye...
       Romanın ana kahramanı Talat'ın; güleç halini aşkın ızdırabı gölgeledikçe herkes sorar ancak Talat bir şekilde geçiştirir. Aşka düşen Talat ne yapacağını bilemez haldedir çünkü. Talat'ın işe gelip giderken uğradığı dükkan Hacı Mustafa'nın üvey kızı Fıtnat aşkın diğer tarafıdır. Fıtnat; annesi Zekiye Hanım vefat edince annesinin evlendiği Hacı Mustafa Efendi eğitiminde dışarı yüzü görmeden evinde geçirmektedir ömrünü. Dükkana gelip giden Talat'ı tesadüf eseri görür o da aşık olur. Bir cumba bakışmasıdır. Talat bu aşk da çıkar yol bulmak için çarşaf giyer kendini güvenilir bir vasıta aracılığıyla Fıtnat'ın evine girer. Herkes onu Ragıbe sanmaktadır. Azmi takdire şayandı Talat'ın. :) Fıtnat üvey babası tarafından zengin bir adamla evlendirilmek istenirken iki aşık birbirlerine aşklarını dile getirirler. Üvey babası kızılan karakterlerin başında bence geliyor. Fıtnat istemese de zengin ve yaşlı bir bey olan Ali Bey ile evlendirilir. Fıtnat'ın sakladığı annesinden yadigar 18 yaşında açması istenen bir nüsha vardır bu arada. Fıtnat; Ali Bey ile asla bir arada bulunmak istemez. Sürekli olarak bayılır. Bir şekilde Fıtnat'ın muhafaza ettiği nüshayı bulur Ali Bey... O nüshada Fıtnat'ın annesinin son sözleri ve babasının kim olduğu ayrıntılı bir şekilde anlatımı vardır. Ali Bey anlar ki Fıtnat kızıdır. Koşar odaya ancak geç kalmıştır. Fıtnat canına kıymıştır. Çarşaflanıp kadın kılığına girerek Fıtnat'ın yanına gelmeye çalışan Talat da bu acı sahneye ortak olur. O gün o evden iki cenaze çıkar. Ali Bey ise aklını kaybeder. Ne yazık ki onunda sonu bellidir. Acı; aslında vermek istenen mesajla birleşince daha bir anlamlı olan hikayedir. Görücü usulü evliliklere gönderme yapan yazar yer yer toplumdaki aksaklıkları da anlatır.
Okunması gerekilen kitaplar arasında yer edinen kitaplardan...
"Bir insan için sevdiği adam tarafından sevilmek, kendisini seven adamı sevmek... Ne büyük şey!!!"
"Aşk ve sevgi, herkeste vardır; ancak çekici bir güç olmadıkça eyleme geçmez."
" Ah zavallı kadınlar neler çekerlermiş! Biz erkekler onları kukla yerine kullanıyoruz. Yolda serbest ve rahat yürümelerine engel oluruz. Bu ne rezalet! Ne küstahlık! Bir erkek, tanımadığı bir başka erkeğe rast gelse yüzüne bakmaz, söz söylemez ama tanımadığı ve daha önce hiç görmediği bir kadına rastladığında, gülerek yüzüne bakmaya ve söz söylemeye başlar ve kovsalar bile yanından ayrılmaz. Demek oluyor ki, biz kadınları insan yerine koymayız, kendimizi eğlendirmek için onların ruhunu sıkarız, serbest gezip dolaşmalarına ve eğlenmelerine engel oluruz."(Talat ,çarşaf giyip dışarıda dolaştığında hissettiklerini bu paragraf ile anlatmakta.)
 Bu ay klasik kitaplarla dolu olacak. Yorumlamalarıma yorumlarınızı beklerim :)

 

4 Ağustos 2017 Cuma

Zaman Notları


Biliyorum yazmayı da ihmal ettim bu yaz... Aslında bir çok alışkanlığımdan vazgeçtim. Büyümek dedikleri yıllara eklenen sayılara inat değiştirmek istediğim bitirdiğim bir çok alışkanlığımdan vazgeçtim. Vazgecmek zorlu bir süreç hele ki benim gibi bağlıysaniz hayatınızdaki her bir unsura. Kabul edemem bir türlü. Ettiğimde ise vazgeçemem yeniliklerden. Temmuz böyle bir aydi. Doğum günüme kadar kosturdugim vazgeçtiğim yenilendigim bir ayda doğum günümde doğum günüm olduğunu anlayamadım. Çünkü yoldaydim. Üç günlüğüne İstanbul yolculuğu... İstanbul bana her zaman ürkütücü bir güzellikte gelir. Hayatın fazlasıyla hızlı aktığı kalabalıkta kaybolmak fikri coreklenir yüreğime. Sessizlikle çok sesli bir hayat arasında olan şehirleri her daim sevdim. Gerçek hikayesi olan şehirleri. İstanbul ise sevmekten çok uzaktaki bir hayranlik gibi . En son 2012 de üni arkadaşlarımla geldiğim bu şehire beş yıl sonra ailemle gittim. Değişmiş mi? Fazlasıyla... Betonlaşma artarken şehrini ruhu yavaş yavaş oluyor sanki. Nedense bu şehirleşme olayını sadece bina olarak anlıyoruz ... Eklediğim bu fotoğraf Heybeliada dan... Üç gün kısıtlı bir süre olduğundan ana başlıklı yerleri gezebilsek de güzeldi. Ada bambaşka bir dünya sanki. zamanın olması gereken masumane tarafında kendini durdurmayı başarmış huzur kokan bir yer olmayı kafasına koymuş. Çok sevdim. Bir sürü fotoğraf anı defterine kaydedildi.
Şunu belirtmeliyim ki şehirlerin de insanlar gibi ruhu olsa da şehirlerde çok sevdiğimiz hayatımızda bir veya iki kere de olsa okuyup kütüphanemizde sakladığımiz kitaplar gibi. Yıllar arttıkça görmediğimiz detayları görmek farklı bakabilmek hayatın güzelliği....

25 Nisan 2016 Pazartesi

RÜYA KUTUSU


      Uyanmak istemediğiniz rüyalarınız var mı? Anlamsızca sürmesi için dualar ettiğiniz aslında bir parçanızın gerçek olmadığını bildiğiniz rüyalarınız...Yapılan araştırmalara göre rüyalarımız bir dakikayı bile bulmazken saatlerce hatta günlerce aynı rüyanın etkisinde nasıl kalabiliyorduk? Belki hüzünlerimizden belki de hislerimizin gerçekleşeceğinden duyduğumuz korkularımızdan... Mutluluklar diyemiyorum. Mutlulukların rüyası görülmez yaşanır. Bilmiyorum. Benim rüyalarım genellikle duyduğum özlemlerimin sonucu sanki. Zamanın üzerine bir örtü serdiğini düşündüğüm ve sanki o örtünün açılmayacağını bilerek tam tersi çıkan rüyalarım... Özlemlerimin bende önemi büyük, eminim. Fakat şimdi farklı. Bir manzara bir duygu ve bir şehir... Bir şarkıyı rüyanızda gerçekleştirdiniz mi veyahut bir kahraman olduğunuzu gördünüz mü? Rüyalarımız özeldir. Bu yüzden görülmeyen rüya kutularımız vardır. Vazgeçemediğimiz ve kimselere göstermediğimiz kutularımız zamanı geldiğinde bize kendilerini hatırlatmaz mı!!! Evet böyle bir gündeydim.
Sanki bir film sahnesinde alt fonda sevdiğim bir şarkı ile yürürken hatırlatmadı kendini rüya kutum. Rüya kutum yaz mevsimini vurgulayan bir parkta kendimi dinlerken hatırlattı kendisini. 25 yaşıma girmeme fazla bir zaman kalmadı.
   
     Ben bir yaz çocuğuyum. Sıcak günlerde şikayet etmemem gerektiğini söyleyenlere "lütfen" diyorum. Yazı sevmek şikayet etmeyeceğim anlamına neden gelsin. Fakat evet sıcak bir yaz gününde doğdum ben. Her rüyamda yazı hatırlatan bir çiçek mutlaka yer alır. Bugün uzun bir yürüyüşün sonunda parkta kendimi bulduğumda ne yapmak istediğimi düşünüp durdum. Hayat belirli sınavlara hazırlanmakla geçerken kaçırdıklarımı düşündüm. Elimin neden zorunluluklarıma gitmediğimi düşündüm. Yüksek lisans için haftalardır masamda bana bakan kağıtlara selam veremiyorum. Mayıs ayındaki o popüler sınavın stresi sarmışken rüyalarımın aklıma gelmesi. Bazı rüyalarımı unutmam. Hafızamın kuvvetli olduğunu söylerler. Ezber yapmaktan nefret eden zihnim; görmek, duymak ve yaşayarak öğrenmek ister. Bundan mıdır bilmem kolay unutmam... Çoğu zaman yorsa da. Bugün geçenlerde gördüğüm bir rüya gözümün önünde canlanıp durdu. Tüm lisans boyunca yürüdüğüm yılan misali kıvrım kıvrım uzayan yolumda yürürken otobüs durağını gördüğümde nasıl hızlıca koştuğumu gördüm. Gidişlerim ve gelişlerim sıradandı. Aradan bunca zaman geçmişken o duyguyu şimdi anlamak... Demek ki anılarımı önemseme yaşıma gelmişim. Elimde bilgisayar çantamla koşmanın zorluğu hatırlamak son beş dakikanın içinde kaç saniyenin yer aldığını düşünmek. Güneşin batışını görmek, öğle sıcağının yakıcılığını ruhunda hissetmek. Özledim. Belki de ilerleyen yılların getirdiği sorumlulukların altında eziliyorumdur. Kendime itirafımı bugün yapmışımdır. Kim bilir....

7 Nisan 2016 Perşembe

ANLAMSIZ BİR MUTLULUK


Birine bir defter hediye etmek yeni bir dünya sunmak gibidir...O dünyada yazmak istediklerin ve yalnızca sen varsındır. Bugün kandilin güzelliğiyle uyanmak belki de ilerleyen saatlerinde habercisiydi, bilmiyordum. Fakat bu güzel hediyeleri görünce anladım ki zaman denilen olgu güzel yüzünü göstermekte bana. Küçük mutlulukların nasıl büyüklerin habercisi olduğunu dile getirmekte. Şimdi bir kitap elime almalıyım. Açık bir pencere kenarında elimde varlığını ispatlayan hafif esen bir rüzgarın soğukluğu ile sayfaları çevirmeliyim. İçine çekildiğim kitapların dünyasından onlar beni bırakmadıkca ayrilmamaliyim. Ve bu guzel hediyeleri anılar sandığına değil hayat yolculuğunda yanıma yoldaş olarak almalıyım....