24 Mart 2018 Cumartesi

SIVENO ROLLON


         Hafta sonunuz nasıl geçmekte 😊 benim yarınla beraber yoğun gün geçecek akşamlar ancak benim... Adana'da cuma gününün 34 derecesi bugün kendini inanılmaz bir rüzgara bıraktı. Bir ara rüzgara cidden kapilmaktan korktum. Mevsimler de değişti Adana' da bahar bir anda yerini yaza bırakacak diye korkuyorum... Sanki iki mevsim yaşanacak gibi yaz ve kış . Zaman çok şeyi götürüyor değiştiriyor. 
      Uzun zamandır bende doğal ürünler kullanmaya paraben, alkol içermeyen ürünler seçmeye çalışmaktayım . Cilde en az zararı veren ürünleri secmek bazen fiyat açısından zarar verse de sağlık çok önemli.
Siveno doğal roll on da her zamanki ben işte bir başka ürün için girmişken Watsons a tedasufen dikkatimi çekti. İçeriği hakkinda da yorumları görevli bayan yardımcı olunca denemekten bir zarar görmem dedikten sonra aldım. 21 TL gibi bir fiyatı vardı. İçeriğinde alkol bulunmamakla beraber kokusu etkin değil. Terleme karsiti evet yüzde yüz diyemem. Ama kış ayları için yaz dönemine göre biraz daha az terleme olduğu için kış aylarında denemelisiniz. Beklentileri çok yüksek tutmadan doğal kaynaklardan üretildigi cümlesi özellikle baz alınırsa denemeniz gereken ürünler listesine ekleyebilirsiniz.
       Notlar olarak şunları ekleyeyim; çevre dostu ürünlerimiz hayvanlar üzerinde test edilemez, yer altı sularını ve doğayı kirletmez. Ürünümüzde hayvansal içerik bulunmaz. Vegandir. Kapak açıldıktan sonra kullanım ömrü 6 aydır. Raf ömrü 24 aydır. 
Kutusundan o uzunca yazıdan ozetlemeye çalıştım 😊😊 mutlu hafta sonları olsun ... Yorumlarınızı beklerim...

21 Mart 2018 Çarşamba

CÜMLE ORTASI

"Günümün birkaç saatini kitaplara verdim. Okurken başka bir dünyaya girer bütün dertlerimi unuturdum." Acımak alıntısı ile başlayayım yazıma. Bu cümlenin altını çizmeyi bırakın not almışım benim diye :) Bugün büyük bir kalabalık sonrası yorgun bir zihin uykulu gözler kalmıştı bana. Her nedense uykum bir türlü kapıma uğramadı. Oysa gözlerimi kapatsam derin bir uykuya dalıp rüyalarımı hatırlamayacak kadar vay be iyi uyumuşum diyeceğimi zannediyordum. Sanırım zihin yorgunluğundan... Tarçınlı tek lokma kurabiyeleri bu ara pek bir seviliyor ben de ilk kez yaptım. Beni hüsrana uğratmadı güzel olmuşlardı. Kabul ediyorum ki acemi şansı var bende ikinci kez aynı tarifi denediğimde güzel olmayabiliyor. Bu hafta Reşat Nuri Güntekin "Acımak"  kitabı hakkında yazacaktım. Hazır uyuyamıyorken gün içerisinde de böyle bir kare yakalamışken yazayım dedim.
Ben bu kitabı okumadan önce dizisini izlemiştim. Tekrarlardan uyarlansa izler miyim yoksa ilk kez izlediğimdeki duygular aynı olur mu bilmiyorum. Zaman geçiyor, insanlar değişiyor en çok da duygular karmaşıklaşıyor. Her gün her an öğrenme anında olduğumuz için değişim ruhumuzda sanki.  Dizisini izlediğimde kitabını okuyacağım demiştim ama ne zaman... Bazen bazı kitapların da zamanı olur derler ya benimkisi de lise zamanlarında özellikle üniversite giriş sınavı zamanı kaçıştı sanki kitap okumak. Anlam veremediğim sonuçları bulmaktansa kitaplar kaçış için en güzel kapı idi. Kapının arkasında birbirinden farklı karakterler ve dünyalar vardı.  Acımak kitabını da o zamanlar okumuştum. Kütüphanemi düzenlediğimde aldığım notları da görünce anlamlı zamanların güzel bir kitabı olarak anlatmak istedim. Reşat Nuri Güntekin'in 1928 yılında yayınlanan bu eseri acıma duygusunun varlığını bilmeden bir yetişkin olan öğretmen Zehra'nın babası Mürşit'in günlüklerini bulması ile doğru bildiklerinin adeta yerle bir olmasıyla duyduğu derin bir pişmanlığın öyküsü.
 
"Ölüm o kadar korkulacak bir şey değil... Fakat çocuklarım..."
 
Klasik olmak kolay değildir. Günümüzde daha ilgi çekebilmek sonuna kadar dikkatle okutmak... Reşat Nuri çok başarılı bir şekilde duyguları yaşatıyor karakterlerin. Zehra'ya ağzınıza geleni söylemek isterken kitabın bir sonraki sayfasında bir dur denilircesine okumaya devam ediyorsunuz. Kızıyorsunuz ancak diğer karakterlere... En çok Mürşit Beye üzülüyorsunuz. Cesur olmadığı için ya da bu kadar sakin olduğu için. Kibar ve naif bir adam ancak olacakları önceden kestiremeyecek kadar da saflığının esiri olan, bir memur. Hayatın ne getireceği belli olmaz şeklinde düşüşü biraz daha çalkantılı yaşıyor. Ancak son bir umutla küçük kızı Zehra'yı çevresinden özellikle annesi ve anneannesinden kurtarmak için yatılı okula yazdırıyor. Zehra ailesinden koparıldığını sandığı için alkolik olarka gördüğü babasına kızarken büyüyor. En ufak bir hataya dahi tahammül göstermeyen hiç bir zayıflığı kabul etmeyen acıma duygusundan yoksun olarak. Sonunda ise anladığı sayfalar...
 Reşat Nuri Güntekin dili diye hakikaten bir yazım dili var. Karakterler için sizi yönlendirme yapmazken öylece oturup izletmiyor da . Anlamaya sorgulamaya en çok da empati yapmaya çağırıyor. Kızgınlığınızın dönüşümünde ilerken sayfalarda kaybolmuş olarak bulmuyorsunuz kendinizi notlar alıyorsunuz...
 
"Hayat böyleydi. İnsanlar ayrı ayrı yollara dağılırlardı...
Bu bir talih ,tesadüf meselesiydi. Niçinini, nasılını sormak beyhudeydi."
 
Eğer okumadıysanız bu kitabı tavsiye ederim...
 
Yorumlarınızı bekliyorum...:)
 

19 Mart 2018 Pazartesi

UMUT KIRIKLIKLARI

              
              (Zamanı durdur fotoğraflarımdan bu ara fotoğraf çekmek bir alışkanlık gibi oldu )
               UMUT KIRIKLIKLARI
        Doğamızda var olduğu söylenir. Umut etmek… Keşke umut edebileceğimiz olayları, kişileri de seçebilsek. Elimizde olsa. Elimizde olsa da değişebilir miydi ki? Yola çıktığımızda umut ederek başlamaz mıyız?
       Başlamanın önemi üzerinde dururlar ancak yalnızca sonuca bakarlar. Çıktığımız yolda neler yaşadığımız önemsizdir. Oysa hayata tutunduran ve kimi zaman da pes ettiren neler yaşadıklarımızdır. Herkes başlamak için çabalar, kimileri bıraktım dese de. Hiç başlamadan...Sonuçların önemsendiği dünyada yer edinmeye çalışırken hatırlarız elimizde varsa. Yolculuk boyunca umut kırıklıklarımızı ve ulaştım dediğimiz anda kaybettiğimiz rüyalarımızı. Söyleriz. İçimizden gelen o sese kulak vererek. Bırakmak için çok geç ulaşmak içinde erken. Bu ikilem nasıl bir bütün eder diye düşünürüz. Haklı olduğumuzu izledikçe anlarız. Yolculuk boyunca yanlış yolların kapılarını açanlardan, ihaneti sonuna kadar öğretenlerden ve en çokta kaybetmişlerden. Hepsiyle mücadele edebileceğimizi düşünebiliriz. Ta ki kaybetmişleri ayrı tutana dek. Onları inanılmaz bir şekilde içimize alırız. Kaybetmiş biri… Ona acılarını unutturmak istercesine çabalarız. Kalbimizi sadece ona gösteririz. Kendimizin dahi bilmediğimiz kapıları açarız. Umutla yaralarını sarmayı dileriz. Hata yaptığımızı yolun sonuna bir adım kala anlarız. Tek başımıza bir gölgeye el sallarken. Gölge olmayı dileyen birine yardım edemeyeceğimizi anladığımızda. Çok geç olur mu diye sayıklarız. Çok mu geç... Ardımıza baktığımızda geldiğimiz o zahmetli yolu görürüz. İki seçenekle yüz yüze geliriz. Aslında iki seçeneğin çıktığı tek bir kapı ile yüz yüze geliriz. Kaybeden birinin güvenilmezliği. Kaybeden birinin bıkkınlığı kaybeden birinin bıraktığı doldurulması zor olan yarasıyla.  Pes etmişlik bir tokat gibi çarparken yüzlere; dayanmaya çalışacağımıza dair efsaneleri hatırlarız. Tıpkı bu anı daha önce yaşamışçasına, daha öncesinden provasını yapmışçasına ayağa kalkmaya çalışırız. Çalışmalıyız. Gölge olmadan karanlıkta kaybolmadan ilerleyeceğimize dair yeminler etmişizdir. İşin gerçeği güçlü olmanın bu şekilde olduğunu öğrenmemizin de bir sebebi olmasıdır.

(Üniversitede iken denemeler, hikayeler yazmayı çok severdim. Şimdi eski bir alışkanlığı anımsar gibi arşivimde bu yazımı görünce paylaşmak istedim...) Yorumlarınızı beklerim...