Herkese iyi bayramlar!!! Uzun zaman önce bir dergiye yayınlanması umuduyla gönderdiğim ve bir yıldır daha yayınlanmadığı için bloğumda sizlerle paylaşmak istedim bu kısa hikayemi...
ANI KOKUSU
“Kokular anıların
kapısı adeta…”
“Neden böyle söyledin?”
“Anneannemin sokağına
girer girmez odun ve kömür kokularının oluşturduğu sıcaklık karşılardı mevsim
kış iken… Baharı o sokakta hissederdim yine; portakal ve limon çiçekleri
kokusunda bulurdum çocukluğumu. Yasemin kokusunda ise okul dönüşlerimi… Gece;
belki de tüm kokuları barındıran dert ortağım. Biraz yasemin, biraz is ve biraz
da evlerden rüzgarın getirdiği ev kokuları… Şekerli; baharatlı ve kalıcı. “
“Bu yüzden mi bu
dükkanı açtın?”
“Hayır…Umuduma yakın
olmak istedim yalnızca!”
“Umudun… Seni uzun
zamandır tanıyorum; ilk kez böylesin.”
“Neşeli; tebessümü
eksik etmeyen yüzler hayatın sokaklarında herkesten daha çok kaybolmuştur. Bu
yüzden yaşanılan her olay perdeleme ihtiyacı hissederler. Anlamak için üzülme
ve ağlama aşamasına geçmeden ağlamak için. Bilirler onlar için üzülmeler
gürültülü olmadıkça görünmezler; gözyaşların yanaklardan kendine yol açması bir
çeşit mucizedir.”
“Ağladığını görmedim…”
“En son ne zaman
ağladığımı unutacak kadar yaş aldım. Büyümek dedikleri hayatın pencerelerinde
güneşten eridi kalbim; soğuktan buz tuttu; yağmurda ıslandı sonunda ise elime
bu kaldı… Sessizlik ve umudum.”
“Umudun nedir?”
“Hatırladığım en son
anın; kokusunu bulabilmek…”
“Hala mı?”
“Herkes kötü anılarını
unutmak isterken güzel anılarının devamının geleceğini zanneder. Ben; gözlerimi
kapattığımda gördüğüm karanlıkta kayboluyorum. Karanlık öylesine derin ki son
beş yılım nerede diyorum. Tek bir anı yok; tek bir yüz yok… Yok…”
“Hayatındaki 25 yıl
peki? Hiç mi önemi yok…”
“Olmaz olur mu! 25 yıl
boyunca kaybettiğim o yıl için beklemişim meğer!”
“Peki burası? Bunca
bekleyiş; kaybettiğin ve aradığınsa şimdi… Şimdiyi kaybetmek en ağırı olmaz mı?”
“Ben şimdi de mutlu
olmayı ertelemiyorum ki. Doğrusu artık ertelemiyorum. Görmeye çalışıyorum.
Yürüyorum; izliyorum. Kokuları hissediyorum. Jakarandaların avuçlarıma
düşmesini beklerken az öte de duvarların ötesine aşmaya çalışan yaseminlerle
göz göze geliyorum. Ne tuhaf! Hayatın içerisinde olduğunu anlatmak için elinden
geleni yapıyor biz ise başımızı çevirip bahçe duvarında fışkıran hayatı
görmüyoruz. Koşmamız gereken yerler en önemlisi de meşguliyetlerimiz var.
Aradığım beş yılımı unutmak için sebeplerim olduğunu hatırlatan
meşguliyetler…Gözlerimizi kapattığımız korkularımız. Cesaretimi çağırmak için bu
sefer kapatıyorum gözlerimi. Karanlığı kendi karanlığımla yenmek için. Eski
radyomda dinlediğim seslere kulak veriyorum. Rüzgar uyuduğunda ise kapanan
gözlerim ıssızlıkta direniyor. Ayı yolcu etmenin hemen ardında kendimi burada
buluyorum. Bu senin için unutmuş; defterinin son sayfasını bulacağını umut eden
bir adamın sana hediyesi… Anı kokusu. “
Eline aldığı şişenin
kapağını heyecanla açarken istemsizce gülümsemişti;
“Hanımeli; nergis ve
biraz da deliotu… Güneşin batmasına birkaç dakika kala oluşan o görüntü…
Turuncu; beyaz ve beyazın içerisindeki o narin renk… Çok seviyorsun kokularla
görüntüleri canlandırmayı. Teşekkür ederim. Gözlerimi kapattığımda hatırladığım
en güzel manzara bu kokuda… Hüzünlü gelir çoğu insana. Benim içinse ayrı bir
mutluluktur. Günlerin uzarken kısalacağı zamana değin en güzel mevsimde var
olabilmek. Biliyor musun; ne fazla idim ne az… Daha çok üzülüyormuş insan böyle
olunca. Yaz sıcağına dayanmayacak bünyem kış soğuğunda üşümekten yorgun düşen
ellerim baharı beklerdi. Bahar ise bir rüya gibi bir an gibi… Kısa bir
selamlaşmanın ardından ellerini geride kalan bana uzatan dost… İkimiz senin
aradığın beş yılda karşılaştık. Öncesi; sonrası senin için bu kokularda
saklanırken bende kelimelerime ve kalemime sığındım. Korktuğumda yazdım;
ağladığımda yazdım sadece… Mutlu olduğumda yazamadım. Yazmak demek ki benim
için hüznün ve gözyaşının durağı olmuş. Korkaklığımı yazabilecek cesareti
bulabilirken mutluluğumu neden yazmadım diyorum kendime… Neden? Kıskanırlar mı
yoksa gölge mi düşürürler kötü kelimeleri ile; eğer mutluluk dışında yazarsam
unutulur kalplerindeki sakladıkları o yere mi dokunmuş olurdum. Sorular…
Sorulardan kurtulup cevapları bulmak isterdim.”
“İstemezdin… Cevap
yolunda olmak sana iyi geliyor. Cevaba ulaşmak değil!”
“Kendinize gelin; iyi
misiniz? Evet caddenin karşı tarafında idim. Bayıldığını görünce hemen koştum.
Hayır; tanımıyorum siz tanıyor musunuz?”
Kalabalık kendi
içerisindeki uğultuya bir kez daha sorsa da cevabı alamamışlardı. Kimse
tanımıyordu. Şehre gelen bir yabancının hikayesini bilmiyorlardı. Hikayesini
arayan yabancı… Hayatı boyunca ismi dışında birçok isimle seslenmişlerdi.
Sesini duyurabilse; “ben yabancı değilim
buralı olduğumu unutacak kadar uzun yaşadım. Kelimelerin ağırlığında düş
kırıklıklarının gölgesinde arıyordum; kaybettiğim beş yılı… Cebimde ulaştırmam
gereken bir koku var. Uzanabilseniz heybeme; anı kokusunu bulacaksınız. Anı
kokusunun gittiği yol sahibine giden yol olsa kızmam. Hatırlayacağım son anı
demek ki bu anmış… “
“Öldü… Yabancı öldü…
Tanıyan birileri çıkmadı. Heybesinden çıkanlar; küçük bir not defteri, birkaç
damla yasemin ve şu koku… Özel hazırlanmış; anlaşılıyor. Kim bilir kimin
içindi.”
“Adı peki?”
“Kimliği yoktu. Defterinin
ilk sayfasında E.A. dışında yazılan tek yazı; “kum saati paramparça oldu;
zamanın kumları dört bir yana dağıldı. Ben de o kum tanelerinden birisiyim
aradığım; kaybettiğim beni bulmak isterken kendi karanlığımda kayboldum. Yol
göstermesi için kokulara sığındım. Anı kokusu yolculuğun son durağı...
Biliyorum…”