Çukurova... Efsaneleri yaşatan aslında efsanelerle yaşayan ova. Sıcağı dillere destan,baharı daima sevilen toprağa tutkun bereketli toprakların değerini bilen şehir; Adana. Bu şehirde doğmuş bu şehrin havasını solumuş belki de bu şehrin durağında hayatı izlemiş ve anılarında yer vermiş edebiyatçıların eserlerini okuduğumda çok mutlu oluyorum. Orhan Kemal; kitaplarının hemen hemen hepsini okumuş birisi olarak Yaşar Kemal kitaplarını bu yaz okuyup bitirmek istiyordum. Adalet bölümü sınavları bitip açıklanınca hemen okumaya başladım. Binboğalar Efsanesi eserini...
"Yüzyıllarca yerleşik düzene geçmemek için direnen Türkmenlerin romanı Binboğalar Efsanesi Hıdırellez şenliklerinde, göçerlerin kış için sığınacak topraklar bulma dilekleriyle başlar. Ancak kış onlar için bir yok oluş öyküsüne dönüşecektir.
Yörüklerin yok oluşuna yakılmış bir ağıt..."(Kitap tanıtım rehberinden)
"Ağlar bu mezarlıkta yörükler her gece
Bıkıp iri yıldızları davar sanmaktan
Düşünür eski günleri...iskandan önce
Geride kalmanın hüznü yamanmış yaman"
MELİH CEVDET ANDAY
Osmanlı döneminde konar- göçer Türkmenlerin iskan politikası çerçevesinde zorunlu olarak yerleşik yaşama geçirilmesi ve bu politikaya direnen "Ferman padişahınsa dağlar bizimdir diyen Dadaloğlu gibi Türkmenlerin mücadelesine uzanıyor; kitabın ana konusu.
Osmanlı Devleti sonrası Kurtuluş Savaşı ve derken Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte İsmet İnönü dönemine kadar yerleşik yaşama geçemeyen Yörüklerin bir kışlak bulma arayışında kayboluşlarını okurken tek bir satır bile atlamak istemeyeceksiniz.
Kitap içerisinde bizlere aktarılan karakterler öylesine canlı ki o acı ve sıkıntıyı anlamak için birkaç cümle yetiyor hatta artıyor bile. Kesinlikle okumanızı tavsiye ederim. Hıdırellez zamanı; beklenilen o mucizevi anı yakalamak ve hep birlikte kışlak dileyelim sözü her zamanki gibi insanoğlunun "ben" isteğinde kaybolup gidiyor. Çukur'a indiklerinde köylüler tarafından yapılan baskı, ağaların zulmü ve Çukurova'da yaşayacak alan onlara bırakılmaması öyle ki azalırken azalıp yok olalım artık dayanacak gücümüz kalmadı şeklindeki yakarışları karşısında üzülüyorsunuz.
Yerleşik yaşama geçen yörüklerin ise geçmeyenlere yardım etmemesi hatta onların da o baskıya katılması beni insanlar hakkında düşüncelere sevketti, ne yazık ki... Kerem'in şahin sevdası dedesinin kalp kırıklığı ile vefatı aklımda yer edinen önemli olay. Vefatı üzerken bu durum alışagelmiş gibi umursanmaması ve Ceren... Ah Ceren kız vah Ceren kız dedim.
Kitaptan alıntılar;
"Herkes göremez yavrum. Yalnız günahsızlar, iyilikseverler görür onları. Kötü insanlara, kuşlara, arılara, insanlara zulüm yapanlara gözükmez onlar. Saba gözükür yavrum. Belki bana da..."
"Türkmenin kadınları bu dibeklerde kahve döverken, dibek seslerinden dünyanın en nazlı türkülerini yaparlardı..."
"Eski anılar insanın başına bir çağlayan gibi dökülür."
"İnsan soyu bu kadar yozlaşamaz, aşağılaşamaz, küçülemezdi"
Zamanın bir masalı olursa eğer bu kitap bu masalı anlatmış derdim. Uyum sağlarken bizi biz yapan değerleri ama en çok merhamet ve empatiyi unutmadan ilerlenmeli. En güzel kıyafetler, teknolojik aletler, zenginlik peki insanı insan yapan değerleri unutmaya değer mi?
Şimdilik yorumlarım bu kadar. Eğer listenizde yoksa bu kitabı okumanızı mutlaka tavsiye ederim. Beklerim yorumlarınızı...