film etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
film etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Temmuz 2019 Pazartesi

JANE AUSTEN




JANE AUSTEN



Temmuz ayının ilk günü ve ayın ilk yazısı film yorumlaması ile gelsin... Bulutlu biraz gri ve biraz esintili bir film ile. Yaz mevsiminde kış esintili kısa bir mola diyelim. Becoming Jane... Aşkın Kitabı... Aşk hakkında bildiğimiz veya bilmediğimiz kitaplar yazılmamış mıdır! Peki o sevdiğimiz, hayran olduğumuz ve karakterlerle kendimizi konuşurken bulduğumuz kitapların yazılma süreci? Herkesin sonuca baktığı dünyada sonuca giden süreç sanırım pek ilgi çekmiyor.   





Aşk ve Gurur kitabını okurken istemsizce şu soruyu soruyordum; yazar yaşadıklarının ne kadarını eserlerine yansıtmış olabilir? Bu arada Aşk ve Gurur filmi lisede oldukça popülerdi. İzleyenler izlemeyenlere tavsiye ederek mutlaka izletirlerdi ki ben yine filminden önce kitabını okuyanlardan birisi olarak film mi kitap sorusuna üçüncü bir yanıt vereceğim... Dizisi... Hatırlayanlar var mıdır bilmiyorum ama TRT'de bir zamanlar yayınlanırdı. Kıyafetler; o puslu hava diyaloglar filmini de izledikten sonra Keira Knightly en sevdiğim oyuncu ve bay Darcy en sevdiğim karakter olmuştu ki... Darcy hakkında yazdıkça yazmak istesem de biz Jane'e dönelim. 2007 yılı yapımı Becoming Jane filminin başrol oyuncusu Anne Hataway... Bu kadının gülümsemesine hayranım dönem film kıyafetleri çok yakışmış. Sade ve etkili renklerin; zarafeti ön plana çıkarması bence dönem kıyafetlerini özel kılan.



Konusu: Zengin bir erkek ile evlilik yapmasını istenilen Jane fakir bir ailede yetişmiştir. Yazarlık konusunda oldukça yeteneklidir. (Zaman zaman kızgınlıklarını yazarken gördüğünüzde yazma aşkına şaşıracaksınız. ) Ancak bu yeteneklerin önemsiz olduğu ve iyi bir evlilik yaparak rahat bir hayat sürmesi gerekliliği sık sık vurgulanır hem olaylarla hem de şahıslarla. Zengin damat adayı Wisley ise biraz utangaç biraz da Jane'nin kendine has özelliklerine ki bence zekasına hayran olan birisidir. (Aslında bu karakteri sevmiştim) Jane ise kadın olarak toplumdaki yerinin zengin bir erkekle evlenerek değer kazanma düşüncesine karşı çıkmaktadır. Onun için önemli olan yazma tutkusunu ailesinin tüm baskılarına rağmen korumaktır. Fakat bir gün genç avukat Tom Lefroy(James McAvoy) ile tanışınca düşüncelerini sorgularken,  yeni bir hayat isteği ona cesaret verecektir. 

Filmden küçük alıntılar;

"Bazen sevgi zamanla açan utangaç bir çiçektir."(Mr.Wigley)

"Umarım aşk yeniden gözünüze girer"(Tom Lefroy)

Filmden etkilendiğim iki küçük alıntı... Alıntıları aldığım sahneler ve filmin sonu dışında filmi oldukça vasat buldum. Bir kadının toplumdaki yerinin evlilik ile ölçülemeyeceği ve kadın olarak ayakta durabileceğini göstermesi, gururunu korurken ben bulduğum durum ile yaşarım yeter ki yazmaktan ayrı kalmayayım... Aslında mükemmel bir konu; mükemmel arka plan; yeşil ve grinin uyumu her zaman sevmiştim; ve dünyaca bilinen kitapların yazarının hayatının dikkat çekiciliği derken iyi bir film beklentisi içerisinde oluyorsunuz. Ancak olmamış; çoğu sahneyi sıkıntıdan atladım. Anne Hataway'in hatırına dayanmak istedim ama yorucu geldi. Kelimelerle doldurulan sahnelere razıyken; bazı konuların üstünkörü işlendiğini düşünüyorum. Aşkının peşinden gitmeyi denerken bir anda bir vazgeçiş evet bazı kararlılıklar var hadi ayrılalım olmamış. O duyguyu geçirmedi. Aslında İngiliz filmleri denildiğinde benim de aklımda soğuk, katı kuralcı ve etkili karakterler gelse de başrol karakterler yerine o duyguyu veren tek karakter Mr.Wigley oldu. Gözleri, hafif gülümsemesi ile yürüyen karizma olduğunu düşündürdü en azından benim için :) Son sahnede ise görmek istediğim hüzünlü mutluluk hop yüksek bir avizenin yeteri kadar ışık vermemesi gibi ortada kaldı. Gelenekselcilik, dönemin özellikleri ve kadının toplumdaki yerinin sorgulanması Jane Austen'ı benim için özel bir yazar haline getiriyor. Filmde karakterlerim evet zorlanacaklar ama sonunda mutlu olacaklar derken gülümsemiştim. Umudunu kendi yaşamı ile derinleştirip yeniden bir hayat oluşturmuş gerçekten de. Hiç evlenmemiş, yazmaktan vazgeçmemiş... 
Dönemler değişse de anlayışlar ve anlayışsızlıklar aynı kalabiliyor aslında... Zamanın değişimindense insanların iyi yönde değişmesi önemli olan...
Beklerim yorumlarınızı ve önereceğiniz film tavsiyelerinizi... Instagram:@camdanduslerblog

14 Aralık 2018 Cuma

ŞAMPİYON FILM


2018 bitiyor... Sizin de bu yıl yapmayı planladığınız bir listeniz var mıydı? Listemin birçok maddesini gerçekleştiremesem de fırsatını buldukça sinemaya gitme maddesini sanırım gerçekleştirdim. Çarşamba günü sinema kalabalık olmaz, sakin olur rahat rahat izleriz diye düşündüğümüz için 12.00 seansına ŞAMPİYON filmine gidelim dedik. Ancak sinema beklediğimden daha dolu idi. Sevindim çünkü gittiğinize değecek bir film. Ah şu reklamlar olmasa. Film başlamadan 30 dakika boyunca reklam izledik. Ama hepsi bir yana harika bir filmdi. Gelelim film detaylarına;
İyi ki de gitmişiz. Çok güzel bir filmdi. Bold Pilot Twitter'da top tweet olduğunda görmüştüm bu konuda benim bilgisizliğim belki ama ilk kez o zaman duymuştum bu şampiyon atı.  Bu filmle de gördüm ki at yarışı farklı bir ilgi alanı olsa da ardındaki hikaye bambaşka...

      Film 129 dakika...Oyuncular; Ekin Koç, Farah Zeynep Abdullah, Fikret Kuşkan. Efsane at; Bold Pilot ayrı bir oyuncu. Belki de oyuncuların dediği gibi bu filmin başrol oyuncusu Bold Pilot. Filmde Bold Pilot'un öyküsünün yanı sıra binicisinin yani Halis Karataş ve eşi Begüm Atman Karataş'ın gerçek aşk hikayesi yer alıyor. Film Halis Karataş'ın memleketinden çıkışı ile başlıyor ki buradaki sahneler, duygusal olarak ailenin uğraştığı sıkıntılar güzel bir şekilde hissettirilmiş. Halis Karataş'ın seyis olan babası onun jokey olmasını istemese de o, İstanbul yolunu tutmuş bir şekilde Özdemir Atman(Fikret Kuşkan)  ile yolları keşişmiş. Özdemir Atman'ın çiftliğinde çalıştırmak için at bakarken; aslında at onu seçmiş ki bu at Bold Pilot. Ailedeki adı ile Boldi… Safkan İngiliz atı olan Boldi kendisine Begüm Atman dışında pek fazla kişiyi yaklaştırmadığından oldukça kararlı, özgür ruhlu bir at... Onunla bağ kurmayanları kendi hayat çizgisinin dışında bırakıyor. Güven duygusunu hissettirmeden yaklaştırmıyor kesinlikle.
     Boldi ile binicisinin arasında kurduğu bağ kolay oluşturulmayan emek verilerek anlaşılmayı dileyerek kurulan bir bağ. Hayran olmamak elde değil. Tabi bir yandan da bu bağın oluşturduğu etkilerin halktaki yansımaları da çok ilgimi çekti. Yarış başlamadan başlama yerine girmeyi reddeden Boldi için herkesin derin bir sessizlikle çıt dahi çıkmasını önleyerek onun sakinleşmesini sağlaması, o çizgiye girmesi ve geriden gelmesine rağmen Bold Pilot'ın son düzlükte yaptığı atak ile kazanması. Yarışlarını son düzlükteki yaptığı ataklarla kazanmış.
       Ama en çok umut olmuş halka... Ne kadar geriden başlanırsa başlansın yarışma bitiş noktasında biter umudu... Özdemir Atman'ın oldukça güzel değerlendirmeleri var bu filmde. "Yarış esnasında kaybetmekten değil ona bir şey olmasından korkuyorum" diyor seyircilerden birisi. Aslında inanılmaz bir durum. Yarış atından çok fazlası olduğunu görüyoruz. 1996 Gazi Koşusunda kırdığı 2.26.22'lik derecesini Boldi'nin geçen olmamış hala!
        Filmdeki Fikret Kuşkan oyunculuğunu alkışlamak gerek. Babam ve Oğlum' dan sonra biliyordum ki o varsa mutlaka izlenir film. Sakin ve asil duruşu; problemlere yeteri kadar kelime ile cevap vermesi ancak sıkıntısını beden dili ile anlatması... Halis Karataş rolündeki Ekin Koç; at ile olan uyumu sanırım 4 ay jokeylik dersleri de almış. İyi hazırlanmış bir oyuncu. Begüm Atman rolünde ise Farah Zeynep Abdullah; birtakım güçlüklere rağmen, naifliği ve mücadelesinden vazgeçmemesi ki özellikle; etkili bir oyunculuk sergilemiş.

"Şampiyon olmak bir gün kaybedeceğini bile bile yarışmaya devam etmek..."sözünü de eklemeden edemeyeceğim... Begüm Atman bu  cümleyi kurarken ağlamamak için kendimi zor tuttum.

Film sonrası gerçek yarış görüntülerine, fotoğraflara da yer verilmiş. Sinemada bence çok önemli yollar kat etmişiz. Benim yaş grubum biraz daha yabancı dizi, yabancı filmler ile büyüdük. Onların efektlerinin gerçekliği, hayal gücünün kullanımı derken görüyorum ki çok güzel filmler 2018'de izlemişim. Müslüm de kaliteli ve güzel bir filmdi. 
     Bu film saygı ve sevginin çizdiği o güzel çerçevede kazanmak için mücadele ederken umut olmayı ve yeterince samimiyetle ilerlemeye çalışırken yalnız olmayacağımıza dair izlenilmesi gereken bir film... Şimdilik yorumlarım bu kadar. Beklerim yorumlarınızı...

29 Temmuz 2018 Pazar

BAJRANGI BAHAIJAAN



 İyiliğe dair umudun olduğu bir film... 
Bajrangi Bahaijaan… Tamamen tesadüf eseri arkadaşımın attığı Snap sayesinde haberim olmuştu bu filmden.
 "Ağlamayalı çok uzun zaman olmuştu" yazısından da görünce oldukça meraklandım. Arkadaşımı biliyorum 
kolay ağlayan bir insan değildir.
Böyle duygusal bir film mi 
acaba derken kendimi izlerken buldum. 
Aslında uzun zaman önce yazmalıydım 
diyorum şimdi. Ertelemek pek fena bir huy!

 Salman Khan; Aamir Khan
 hatta Sharuk Khan; Bollywood film sektöründe bildiğim sevdiğim ki ilk iki 
aktör gerçekten iyi filmleri olan oyuncular. Sharuk Khan tek bir filmi ile ayrı hatta oldukça güzel bir yeri vardır
 bende. Bilmem izlediniz mi?(Rab ne
 bana di jodi) Eski bir film ama bence sevginin duruluğunu görebildiğimiz özel filmlerden. Neyse Salman Khan karizması, bakışları ile aksiyon filmleri mi derken
bu filmini görünce ne kadar güzel bir oyunculuğu var demekten kendimi alamadım.

 Saf merhamet, iyi bir insan olmanın aslında o kadar zor bir şey olmadığını, ahlakı çok ama çok güzel yansıttı. 
IMDB puanı 8/10 olan bu 2 saat 43
 dakikalık film tek bir sahnesini dahi atlamadan izleyeceğiniz, yer yer sorgulayacağınız hatta bu önyargı dünyasında neler kaybettiğimizi göreceğimiz bir film. Gelelim konusuna;

    Pakistanlı konuşamayan bir kız olan 
Shahida (Allah'ım film boyunca masALLAH 
nasıl tatlılık demeden kendimi alamadım) beş yaşındadır. Shahida(Harshaali Malhotra) uçurumun kenarında kimseler
 fark etmeden bir gün geçirince aile 
bu durumun ciddiyetini kavrar.
 Shahida düştüğünde sesini kimselere duyuramamıştır çünkü. Annesi Hindistan'a dua etmeye gidenlerin hastalıklarına deva bulduğunu bu yüzden Shahida'yı da alarak Hindistan'a gitme önerisini ortaya atar. Bu öneri kabul edilir. Hindistan'a doğru bir tren yolculuğu başlar. Kalabalığı görünce ne kadar kalabalık bir ülke demeden kendimi alamadım. 
Her türlü dua edilecek yere giderler 
Shahida ve annesi. Ah keşke doktorlara götürülseydi önce :( Dualar edilip yola çıkıldığında tren ile geri dönüş başlar. Annesi uyuyakalmıştır. Shahida ise gördüğü bir yavru keçi uğruna trenden inmiştir. Tren hareket etmeye başlayıp da Shahida'nın koşusunu, annesi dahil trenden herhangi bir insanın kendisini duymasını istemesi o sahnelerde istemsizce ağladım. O çaresizliği tek bir kelime ile ifade edemeden oynayan bu küçük kıza hayretler etsem de annesine çok ama çok sinirlendim. 
Annesi uyandığında tren Pakistan sınırına gelmiş Shahida hiç bilmediği bir ülkede yapayalnız kendi sessizliğinde kalmıştı.
Hikayenin bir diğer kısmında Pawan
( Salman Khan) vardır artık. Pawan bu küçük kıza Munni diye seslenmektedir. Onunla birlikte bu küçük kızın 
ailesini bulmak için çıktıkları yolculukta 
çok fazla zorluk ve acı da yaşar. Ancak vazgeçmez. 
Bu arada Hindistan'da sayılamayacak 
kadar din ve inanış bulunmakta. 
Pawan, Bajrangi müridi. Bu konuda
 en ufak bir fikrim yok ancak ona koyu bir şekilde inanıyor. Et yemekten sakınan(bajrangi inanışının bir sonucu sanırım) Pawan ve 
küçük kızın yemek sahneleri oldukça tatlıydı. Bu ikili çıktıkları yolculukta
 oldukça zorlandılar, ama saf sevginin güzelliğini doğru bir şey yaptığına inandığında sonuna kadar gitmek gerektiğini harika bir şekilde yansıttılar.  Filmin bir diğer tanınmış oyuncusu da 
Kareena Kapoor (Rasika) 
O da  başarılı bir oyuncu ama her 
nedense bana pozitif bir hissiyat
 vermiyor. Hani nötral bir his.

        17 Ağustos'ta Türkiye'de vizyona 
gireceğine dair internette yazılar gördüm umarım doğrudur. Ailecek izlenebilecek 
bence klasik Bollywood tabularını yıkmış
 bir film. Salman Khan'ın karakter olarak naif ve inandıklarından vazgeçmeyen bu rol inanılmaz yakışmış. Bu oyuncuyu nasıl desem tanıdık buluyorum. Uzak, 
ulaşılması zor kendini beğenen bir oyuncu hissiyatı vermiyor bana.

 Şu an ki yaşadığımız dünyada gerçekten
 böyle iyi insanlar var mı yahu diye sordururken bu film bir anlamda içsel bir eleştiri yapmayı da zorunlu kılıyor. Ne zaman iyiliğe olan inancımızı kaybettik?


25 Mayıs 2018 Cuma

DANGAL


       Uzun zamandır yazmak istediğim konuların biriktiğini görünce bir yerden başlamalı insan diyerek başladım ben de. Hint filmlerini ben üniversite döneminde izlemeye başladım. Hatta ilk izlediğim film 3idiot filmi idi. Benimkisi baştan veyahut sonda değil direkt ortasından başlamak gibi yolun. Sonra sırasıyla tarihsel olarak eskiler yeniler derken kimi filmleri beğendim kimi filmleri ise aman 
Yarabbim bunca emek var ama nedir bu senaryo dedim. Ancak o yılda bu yana Aamir Khan filmlerinin yeri hep ayrı olmuştur. Çünkü her filminin anlamı var. 
Öyle ki Dhoom3 filmi aksiyon filmi olmasına rağmen onun da güzel, duygusal bir yanı vardı. Gelelim Dangal filmine. Bu arada Hint filmlerini izledikçe ortak kelimeleri fark edip a bu kelimeyi onlarda mı kullanıyormuş diyerek şaşıracaksınız.
     (Dost, düşman, pehlivan sadece birkaçı)             
       Dangal hakkındaki notlarım;
2016 yılı yapımı spor-dram türünde gerçek bir hikayeden alıntılanarak yapılmış film. (2 saat 49 dakika) Ülkemizde de geçen yıl vizyona girmişti. 8.5 gibi de oldukça iyi bir puanı var. Aamir Khan değişimi denilen o değişimi görmek inanılmaz. 
Bu rolü için gerçekten kilo alıp sonrasında zayıflamak ki 3 idiot filmi için de üniversite öğrencisi rolüne fiziken de hazır olabilmek için kaslarından feragat edip rolünün hakkını verebilen bir oyuncu olması hayranlık uyandırıcı. Dangal filmi de gerçek bir hikayeden 
alıntılandığı için hikayenin gerçek kahramanlarının görüntülerine de filmin sonunda ufak da olsa yer verilmiş.
       Bir baba ve iki kızının hikayesi olan bu filmi mutlaka izlemelisiniz. 

Aamir Khan(Mahiver Singh yani baba) oldukça yetenekli bir güreşçisidir. İdealisttir. Hayattaki tek ideali ise Hindistan'a Dünya güreş şampiyonluğunu getirmektir. 
Ancak imkansızlıklar sonucu bu hayali gerçekleştiremez. Bu hayalinden de vazgeçmez. Benim hayalimi erkek evladım gerçekleştirsin öyleyse dese de doğan her kız çocuğu onun için hayalinden adım adım uzaklaşmak olur. 

Birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü çocuğu da kız olunca her şeyi bir rafa kaldırır.
 Hayalini unutmaya çalışır. Ta ki kızları Babita ve Geeta kendilerini kızdıran oğlan çocuklarını dövene kadar. Bu sahne çok komikti. 
Oğlanların annesi şikayete eve geldiğinde şaşkınlıkla babanın onlara bakışı ve kızların cesurca yaptıklarını anlatması güldürdü bayağı. Baba bakar ki kızları oldukça güçlüdür,
 onları güreşçi yapmak için elinden geleni yapmaya çalışır. Kızların yaşının küçüklüğü onlara yaptırdığı ağır antremanlarla onları çok fazla zorlaması biraz üzse de ki kızlar bu durumdan oldukça şikayetçi olduklarını şarkılarla belirtip filmlerdeki kötü adamların bile babalarından daha merhametli olduğunu belirttiler. 

Ama filmin öyle can alıcı noktaları vardı ki;çocuk yaşta evlilik gibi sosyal problemlere de vurgu yapılması, babanın aslında o eski alışkanlıklarını adet olarak benimsemiş dalga geçerken bile aslında ne yaptıklarını bilmeyen köy sakinlerinin arasında modern düşünmenin; kızların geleceğinin bu kadar önemli olduğunu anlaması takdir ettirdi. Kızlar büyüdüğünde özellikle Geeta bir kendini beğenmişlik hasıl olup babasının eski yöntemleri olduğunu söylemesi (spor okuluna gitmekte kendisi) söylememeliydin bu sözleri Geeta dedirtti. Bir ara şampiyonluk için Türkiye adı da geçti :) 
Babita daha anlayışlı ve babasının ne yapmak istediğinin oldukça farkında olan bir kız. O da sonra spor okuluna geliyor. Hırslar, belki bir anda amacın ne olduğunu unutup takdiksel savaşlara yenilmek, kızların geleceğini ve önemini bu kadar vurgulamak derken film geçti gitti. Bence güzel de bitti. Bayan oyunculara hiç aşina değildim. 
Her filmde mutlaka müzik videolarından; filmlerini izlemesem dahi görmüştüm dediğim oyuncular olmuştu. 
Ancak Geeta'nın çocukluk rolündeki kızla daha sonra Aamir Khan yeni bir film çekti. 
Bu kız gerçekten çok tatlı ve iyi bir oyuncu olacak bence de. Filmin sonu aslında söylemeye gerek başarı öyküsü. Babanın evlatlarıyla gurur duyması... Hindistan'a altın madalya getiren Geeta Phogat ve gümüş madalyayı getiren Babita Kumari'nin başarı öyküsünü izleyin derim.
    Başarı elbette ki kolay değil. Başarının yolu hayal kurmaktan korkmadan ve inanmaktan geçiyor. Kaç kez yenildiğinin önemi yok.

 Eğer hayatınızda sizi önemseyen ve bu yolda sadece tebessümleri ile bile destekleyen insanlar varsa şanslıyız demektir.

20 Şubat 2018 Salı

A WALK TO REMEMBER

       Hüzün ve pişmanlık... Oldukça önemli iki kelime. Hatta kırgınlık! Kırgınlığın çözümü var mı bilmem. Kırgınlık ne kadar sürer deseniz bir noktaya kadar ondan sonrası anılarda kalıyor. Kurallar, eskimeyen dertler ve tüm bunların arasında rutine sıkışmışlık hissi. Bilmiyorum yerini başka düşünceler alır mı? Kitap okumaktan sıkıldığım bir anda aklıma Dream High Suzy son bölümde Only Hope şarkısını söylemişti. Bilmiyorum izlediniz mi? Suzy ilk kez o dizide görüp sesini çok sevmiştim. Only Hope ne kadar dinledim kim bilir... Nedense Only Hope film kesitindeki o kısmı da izlememe rağmen filmin tamamını izlememiştim şimdiye kadar. Sonra... Sonralarım meşhurdur. Sonrasında daha güzel olacağını mı düşünürüm sonrasında o filmi daha çok seveceğimi mi çok sevdiğim kitapların sonunu okumayanlardan değilim. Çok sevdiğim kitabın sonunu okuyup aradaki mesafeyi kendim ayarlamayı sevenlerdenim. Bırakmadım yarıda kitap. Ancak yarıda bıraktığım yarına bıraktığım yığınla film var. Bir cesaret dedikten sonra ki aradaki zaman dilimi oldukça fazla idi. Dün izledim.


(Müzikal sahnesi filmin en güzel sahnelerindendi)

A Walk To Remember... Yani Uzaktaki Anılar filmini. İyi ki de bu filmi sonraya bırakmışım. 2018 için bana anlam veren filmlerden yerini aldı. Eski bir film. Mandy Moore nedense bu kadın benim aklımda bal köpüğü saç renginin en güzel yakıştığı ünlülerden olarak kalmış. Başrol oyuncularımızdan kendisi. Jamie rolünde. Kibar, akıllı, klasik Amerika lise popüler öğrenci tiplemelerinin yanında oldukça zeki ve ne istediğini bilen bir kız. Yanına yaklaşıldıkça parlayan bir güzellik; masumane. Shane West ise okulun popüler çocuğu; ailesi ile hatta daha çok babası ile problemleri olan yakışıklı Landon Carter... Bu ikilinin uyumu hala bir efsane. Bu filmi şu zamanda çekseler bende derdim ki bu klasik ikilemsellik bitmedi mi zıt kutuplar birbirini çekerken aslında ruhlarının aynı olduklarını anlar. Ancak zamanına göre gerçekten hakkını veriyor. Konunun işleniş tarzı aslında naifliği Only Hope şarkısının yer yer melodiler şeklinde film aralarına serpiştirilmiş olması oldukça başarılı. Zaten IMDB puanı : 7,4 bence hiç fena değil. 1 saat 42 dakika olan bu filmde sıkılmaya vaktiniz olmuyor. Konu hızlı sayılmasa da sürükleyici bir biçimde akıyor. Çok fazla detay vermek istemiyorum. Belki başlarken basit içerikli gelebilir ancak şu bir gerçek ki Jamie'nin iradesine hayran oluyorsunuz. Sonuçları kabullenmiş ve nedenleriyle bir çeşit mutlu olmay gerçeği oluştururken Landon karakterinin kendisini keşfetmesiyle yaptığı nazik hareketler (teleskop yapması, aynı anda iki yerde olmak isteyen kızımızın isteğini akıllıca gerçekleştirmesi ) çok tatlısın sen ya dedirtiyor izlerken. Sonu hüzünlü diye düşünürken başka bir pencere açılıyor bazen nedenler hayatın kendisi oluyor. Bence izlemelisiniz...
       Aşk hakkında milyonlarca söz söylenmiş binlerce kez film çekilmiş olsa da Aşk, Aşk işte. Nasıl ki her insan bir dünya ve milyonlarca duygu var ise Aşkın da dili her insan da farklı ki bu filmde bunu da anlıyorsunuz.
Yorumlarınızı bekliyorum..

16 Ağustos 2016 Salı

NOTHING HILL

NOTHING HILL

Bugün garip bir Ağustos günüydü...
 Sıcaklığın yerini inanılmaz bir rüzgara
 bıraktığı güneşin yüzünü utanarak gösterdiği 
bir gün. İnsanlar gibi mevsimlerin de ruh
 halleri karışıyor ara sıra. Sanırım sonbaharı
 yavaş yavaş benimsemeye başladı 
Ağustos ayı. Eylül yalnız bir ay. 
Yalnız ve sakinliğin ardında koşuşturmalı 
bir ay. Evde sıkıntıdan ne yapmalıyım 
derken;yıllar önce izlediğim Notting Hill filminden bir görüntü aklıma takılıyor. Hugh Grant'in mevsimleri yaşayan o yalnız yürüyüşü... Bilinçaltım sonbahar sevgisini 
acaba o sahneden mi aldı bilemem 
fakat filmden çok o sahneye hayran 
kalmıştım. Aşk Engel Tanımaz... 
İzlemiş olanınız mutlaka vardır. Müthiş bir 
klasik olan bu film benim için sonbahar güzelliğinde olan bir filmdi. Yazın canlılığının uğurlandığı fakat sonbaharın ruhundaki kışın capcanlı yaşadığı bahar tadında bir aşkın filmiydi. Aşk hikayesi bir yana
 Hugh Grant'in kitapçı dükkanında
 kaybolmak istediğimi hatırlıyorum.
 Neden bulunduğum şehirde öyle bir kitapçı dükkanı yok diye üzülmüştüm. Sanırım 
saatlerce ellerim kitap raflarında aradığım 
kitabı bulmak bahanesiyle durabileceğimi düşünmüştüm. Filmlerdeki ayrıntılar 
izleyenlerin zihninde bir başka dünyanın
 kapısını açıyor sahiden de.
 Filmdeki kitapçı dükkanı, mevsimler ve 
Hugh Grant karakterinin yani Will Thacker'ı bakışlarıyla, çekingenliğiyle en çok da 
gülüşüyle belki de karakterin kendisinin ile inanamadığı zamanlarda ortaya çıkan
 cesareti ve Anna'nin(Julia Roberts)
 
"I'm also just a girl, standing in front of a boy, asking him to love her." 
cümlesi filmi akıllara kazıyan ayrıntılar 
değil mi? Anna'nın bu cümlesinin 
saflığı insanın kalbini yakalıyor. 
Eski ve yeniye dair. Tıpkı bir kar küresi gibi tepetaklak olduğunda dünyamız; yanımızda sevdiklerimiz olsun isteriz değil mi... 
Bu yüzdendir arayışımız sonlanmaz. 
Bizi gerçekten sevecek insanlar bekleriz. 
Anna'nın kalbini açmasından sonra kendimi 
onun gibi değil de sevgisini beklediği 
insan gibi hissetmiştim. İnanmak isteyen fakat sonradan anlayacak olan fark ettiğinde de beklenilmeyeni yapan. 
Aşk hakkında sayılamayacak kadar hikaye, 
film ve şarkı yapılmadı mı? Yapılmaya da devam edecek. Aşkın hikayesine klişe demenin 
yanlış olduğunu düşünüyorum. ü
Klişe olan biziz. Zamanı kendimize suç ortağı yaparak düşüncelerimizin saflığını kaybetmekle kendimizi bir rutine kaptırdık.
 Herhangi bir koşuşturmada mutlu
 olduğumuza inandık. Kalabalıkların 
yalnızlığımızı örteceğini sandık. Oysa Anna ünlüydü fakat sıradan bir kız olduğunu  itiraf edecek kadar özeldi.

                     

Bu ikilinin uyumu hangi kelimelerle 
ifade edilirse edilsin bence mükemmel 
kelimesi en uygun olan. Bazı sahnelerde 
soğuk gelen o tavrı bu inanılmaz gülüşle 
kapatan Julia Roberts'a hayran olmamak 
elde değil. Hugh Grant'in bu film dışında izlediklerim arasında bu kadar 
sevdiğim filmi bir daha olmadı. 
İnsan sormadan edemiyor karakteri yaşatan onları oynayanlarsa zihinlerde kalanları 
canlı tutan bizler için daha kaliteli filmler yapılamaz mı... Son zamanlarda 
sinemaya gittiğimi unutacak kadar
 uzak kaldım sinemadan. 
Bu yüzdendir ki eski filmleri izliyorum.
 Benim için özel olanları da sizlere 
paylaşmaya çalışacağım. 
Duyguları ve hikayeleri özel kılan
 filmler olduğu sürece hayat daha güzel 
olacaktır....