31 Ekim 2018 Çarşamba

MÜSLÜM FİLMİ

        Hafta ortası... Çarşamba en sevdiğim günler sıralamasında ilk sırayı alırken ertesi günü düşünmeden de edemiyorum tabi ki... Yeterli sayıda kursiyer bulamadığım için acaba bu dönem de mi işsiz olacağım derken ablam sinemaya gidelim dedi. Hemen hemen hiç olumsuz yoruma rastlamadığım Müslüm filmine onunda bugün boş günü olması ile birlikte öğle seansına gittik. Ki bence iyi ki 12.30 seansına gitmişiz; Ayla ve Aile Arasında filmlerinden hatırlıyorum acayip bir kalabalık ve bilet sıkıntısı yaşanıyor, popüler Türk filmlerinde. Hafta ortası ve öğle olunca biraz rahat bilet aldık. Sıcağı sıcağına yorum yazmak istememin sebebi; Timuçin Esen... Çok sevdiğim bir oyuncu olması bir yana bu filmde oynamamış resmen Müslüm olmuş. Reklam kısmı biraz fazla olsa da arayı kısa tutmaları ile 132 dakikanın nasıl geçtiğini anlamadık. Film hakkında notlarım;

Oyuncular: Timuçin Esen, Ayça Bingöl, Zerrin Tekindor,  Erkan Can, Güven Kıraç ve birçok tanıdığımız yüzlerine aşina olduğumuz oyuncular.
Konusu: Çocuk yaşta girdiği Adana Halkevi'nde bağlama ustası Limoncu Ali ile tanışan Müslüm ondan hem hayat hem de müzik bilgisi konusunda dersler alır. Limoncu Ali hayatına yön vermiştir Müslüm'ün hayatındaki tüm acıya rağmen ayakta kalmak konusunda bir dalı vardır... Sesi ve müziği...
              Müslüm Gürses çok az dinlediğim aslında Paramparça(Teoman) şarkısını yorumlaması ile sempatimin olduğu bir sanatçıydı. Belki yaşımdan dolayı belki de müzik türü sevgimin farklılığından dolayı... Ama bu film ile sanatçıyı anlamak aslında ufak da olsa bir önyargıyı kırmak adına güzel bir başlangıç oldu. Çocukluğundan delikanlılığına oradan da yetişkinliğine bunca acıya rağmen bir şekilde ayakta durabilmek ve müziğine sarılmak bir kat daha artırdı saygımı. Eski Adana'yı görmek ki izlerken çekim yaptıkları yerleri düşündüm. Özenle çalışıldığının belli olan kaliteli bir filmdi. Filmin ilk yarım saati mükemmel bir tempo ve hikaye akışı ile geçerken ortalarındaki durağanlığın beni biraz sıktığını kabul etmeliyim. Ancak sonunu doğru ve etkileyici şekilde bağlamışlar. Kapanış sahnesi, kalabalık inanılmazdı. Sinemada ağlayanlar oldu; hatta kimi yerlerinde babasına(Müslüm Gürses'in babasına) duyulan öfkeyi sesli bir şekilde dile getirenler de oldu. Muhterem Nur ile olan ilk sohbetindeki samimi konuşmalar beni de güldürdü. Yaşanmış bir hayat hikayesi sonunu bildiğin bir kitabı okumaya benzer derler. Ancak filmler konusunda böyle düşünmüyorum. Farklı bir bakış açısı edindiriyor filmin ana kahramanı adına. Muhterem Nur'da Müslüm Gürses de hayatlarındaki yaraları anlayıp aslında birbirlerine derman olabilmek için çabalamışlar. Limoncu Ali'nin hayat ve müzik hakkındaki öğrettikleri aslında öğretmeye çalıştıkları Müslüm Gürses'in en vahim zamanlarında dahi aklından çıkmaması ve kardeşini okutmaya çalışması filmin güzel detaylarıydı. Kardeşinin ona hediye ettiği Yunus Emre'nin şiirlerinin bulunduğu kitap ise belki de en anlamlı detayıydı. Zerrin Tekindor(Muhterem Nur rolünde) tüm zerafeti ve güzelliği ile rolünün hakkını vermiş. Ama film boyunca Müslüm Gürses'in kardeşine ev annesine çok üzüldüğümü söylemeliyim.Notlarıma eklemiştim; 

"Herkes cennette doğar bazıları cehennemde büyür"
   Bu cümle filmin en can alıcı cümlesiydi bence. Cehennemde büyüyen Müslüm Gürses kendine has yorumlaması ve hayran kitlesi ile bence unutulmazlar arasında yer aldı...

28 Ekim 2018 Pazar

DÜNÜN HİKAYESİ(MİM YAZISI)

 
Mimlenmek; hatırlanmak gibi oldukça mutlu ediyor. Bu mimi
http://buummansessiz.blogspot.com/ başlattı linki ile bırakıyorum. Güzel mim yazısını okumak isterseniz bloğuna uğrayabilirsiniz.
                   
      Dünyanın en güzel lekesi kalem lekesi... Çocukken güzel yazı derslerimiz olurdu diye iç geçirmişti. Elinin mürekkebin rengini alması uzun sürmezdi; oysa tüm yaramazlıkları geride bıraktığı yaşlardaydı. Notlarım biraz düşünceli biraz yorgun, sabah saatlerinde dolma kalemin bittiğini elindeki izde anlarken anımsamıştı güzel yazı derslerindeki mutluluğunu. Ne ara çocukluğunu özleyecek yaşlara gelmişti sahi? Soru sorduğuna şaşkın ellerini temizlemek için uzun uğraş vermişti. Yetişmesi gereken bir otobüs ve ulaşması gereken bir görüşme vardı. Hayal kuracak zaman yok derken az kalsın çantasını unutuyordu. Yürümek de beklemek gibi kader miydi? Yürüdükçe yolların azaldığını görmeyi dilemeyi bırakmıştı. Azalan belki de yalnızca hayallerdi. Otobüsteki kalabalıkta nefes almaya çalışırken oturacak zor da olsa bir yer bulmuştu. Bir pencere kenarında kafası cama yaslanmış şekilde hayattaki tüm yorgunlukları için iç geçirirken teker teker geçtikleri duraklar birer tablo halini almıştı. Sonbaharın kısacık bir zaman diliminde yaşandığı kış mevsiminin habersiz geldiği bu şehirde dört mevsim aynı gün içinde yaşanabilirdi de. Otobüsten indiğinde ceketini almadığına pişman hızlı adımlarla kabalıkta ilerlemeye başladı. Son zamanlarda merdiven çıkmak nefes nefese kalmasına neden olduğundan kendince dinlenme durakları seçmişti. Birinci kata geldiğinde nefes al biraz bekle; ikinci katta az kaldığını düşün. Üçüncü katta ise... Gördüğü inanılmaz kalabalık karşısında diyecek tek kelime bulamazken sıraya girmesi gerektiğini anlamıştı. Kalabalık sıra ayrı bir dünya idi. Herkes kendi arasında sıranın uzunluğunu ve görevlendirilme belgesini alıp almayacağını gün içerisinde yetişip yetişmeyeceğini merak etmekteydi. Umut; alışkanlığa dönüşürken bezginliğe de bırakmıştı kendini. Sıra bir türlü ilerlemiyor saatlerse zamanın görevini yetirirken insanın aleyhine işliyordu. Sonrası; sonrasında sonrasında düşünülmeliydi derken konuşmalara kulak verdi. Hatta verirken çoktan sırada bekleyenlerle arkadaş olmuştu. Beklerken konuşulanlar kaderdaşlık gibi aynı problemlerdi. İki buçuk saatin sonunda ise beşerli gruplar halinde görevlendirme kağıdını almışlardı. Onaylatmak için yine bir koşuşturma içinde mesai saatinin bitmemesi dilenerek bir sonraki hedefe varılmıştı. Akşam bunca koşuşturma içinde olmuş; karanlık ilk dilimini göstermeye başlamıştı bile. Metro kalabalığındaki bezgin yüzleri görünce hayat koşuşturmasının içinde kaybolduğunu anlamıştı. Bitmeyen bir koşuşturma herkesin eve ulaşmaktaki isteği... Ev huzur demekti çünkü. alınan tüm nefeslerin toplamındaki sıcaklıktı. Bezginlikler için kısa bir mola; yarın için ayaklar üzerinde durabilme cesareti verendi. Evinin yakınındaki parktan geçerken adımlarını hızlandırmıştı. Elleri telefonda geliyorum az kaldı derken konuşmasını bitirip anı yakalamak istedi. Anı yakalamak ve zamanı durdurmak isteği... Bu küçük istekten fotoğraf ile...

     Perşembe günümü hikayeleştirmek istedim :) Becerebildiğim kadar cuma günü de perşembenin devamı şeklinde görevlendirildiğim yere gittim(halk eğitim merkezine) pek güzel karşılandığım söylenemez ancak sınıf açmak için kişi bulmam gerektiği açık açık söylendi. Tanımadığım bir mahalledeki insanlara kendimi nasıl anlatabilirim diye düşünürken atanamadığım bir kez daha üzüldüm. Bilmiyorum hayat ne doğrultuda ilerleyecek bu dönem dualarınızı beklerim. Yüksek lisansım biter ve doktora için bir şansım olur. Bu mimi de herkesin yapmasını isterim. Günlük tutmak gibi kısa bir anımsama muhasebesi ama yorum yapan ilk iki kişiyi şimdiden mimledim. Güzel bir hafta başlangıcı olsun hepimiz için...                                  

25 Ekim 2018 Perşembe

ISPANAKLI BÖREK

ISPANAKLI BÖREK
 
         Sabahtan itibaren inanılmaz 
bir dolu yağışı ve yağmur yağmakta... Ara ara hava açsa da böyle havaları da özlemişim dedirtti. Böyle havalarda yazmak, kahve içmek ayrı bir güzel oluyor sanki. Yaz çocuğuyum derim her zaman ama sonbahar yağmurları da özletmişti kendini. Hava durumuna göre de tüm gün yağışlı... Böyle havalarda dinlenen sakin müzikler bir rüyayı anımsatıyor.
 Evgeny Grinko/Jane Maryam... Zamanda yolculuk yaparken puslu bir hava da güneşi aramak gibi; saçlarınız savrulurken rüzgarda; düşmemek için yön değiştirip yürümek hayatın sakinliğinde. Hayatın sakinliği ise rutine karışırken kalkayım börek yapayım dedim, ben de. Böyle zamanlarda sizlere de tavsiye ederim. Hem kafamdaki düşüncelerin dağılması hem de düşüncelerin ağırlığının azalması için. Ispanaklı börek sever misiniz bilmiyorum; evdekiler çok severler. 
Malzemeler

*Üç adet yufka
*Ispanak(sos kısmını gönlünüzce yapabilirsiniz. Baharat bizim evde sevildiği için salça;
kırmızı biber ve karabiber ile harmanlayıp hazırlıyorum)
*Lor peyniri(Babam bu ara çok istiyor peynirinde iç malzemesi olarak 
kullanılmasını/isteğe bağlı)
*Üzeri için yumurta sarısı
*Soda, süt ve yağ(harç sürülmeden önce yufkaya sürüyorum karıştırıp ölçü olarak çay bardağı ölçüsünde diyorum)
Yapılışı
*Bir yufkayı ortadan iki kesiyorum yarım ay şeklinde. Harçtan önce sodalı, sütlü ve yağlı sosu sürüp ıspanaklı harcı
 gelişigüzel koyuyorum. Sabit bir düzleme koyar gibi değil. Sarmaya başlıyorum. Sardıkça yuvarlak borcam tepsiye yerleştiriyorum.
 Bu şekilde yufkalar bitene kadar işlemleri tekrarladıktan sonra kalan sosu üzerine döküp bekliyorum biraz. Fırına yerleştirmeden önce de  yumurta sarısını sürüyorum. Önceden ısıtılmış 200 derece de 30-35 dakikada hazır...

Sizin haftanız nasıl geçmekte? Beklerim yorumlarınızı...