11 Aralık 2017 Pazartesi

TURİST OLMAK

 
"Hoşlandığımız eserleri mutlaka tekrar okumalıyız. Çünkü ikinci, hatta üçüncü okuyuşumuzda evvelce dikkat etmediğimiz güzellikler buluruz. Kitap bir şehir gibidir. Onu anlamak için turistler gibi içinden otomobille geçmek, hatta sokaklarından bir defa ağır ağır yürüyerek geçmek elvermez... Dikkate layık yerlerde tekrar tekrar dolaşmak, şehrin içinde bir müddet yaşamak lazımdır."(Peyami Safa)

      Peyami Safa alıntısı ile başlamak istedim yazıma. Adana'da kış zorlayıcı geçmez. Birkaç gün soğuk olsa güneş yeterli dercesine sıcaklığını gösterir. Kışı biraz uzaktan tanıyanlar olarak hep söylüyorum tüm sıcaklığına rağmen yaz mevsiminin çocuklarıyız. Umutlu, heyecanlı ve anılarına düşkün...  Kimi zaman hayatınızı fazlasıyla rutinleşmiş gibi hissedenlerden misiniz bilmiyorum lakin ara ara bu duyguyu hissettiğim doğrudur. Farklılaştırmak için bu durumu ; gidilmemiş yerlere gitmek şimdilik hayal olarak kalsa da kendi şehrimde gidemediğim veyahut yakınından geçip ve durup bakma fırsatım olmayan yerleri görmek istedim. Hafta sonu için alışveriş merkezlerinden ziyade açık hava gezmesi insana gerçekten yaşadığını hissettiriyor. Fotoğrafı abim çekse de ki bence inanılmaz yakalamış havayı Adana'ya gelme fırsatınız olursa mutlaka Seyhan ve Ceyhan'ı görmeye çalışın. Deniz mesafemiz bir Karataş mesafesinde olsa da su hep şehrin içinde ince ince ruhumuza da işlemiş sanki. Asma köprüde durup izlemek;hayatı durdurup yeniden başlatmak gibi. Lefkoşa'da zaman burada bir kum saatine sıkıştırılmış derdim ince, farkında olmadığımız çoğu zaman akmadığını düşündüğümüz bir hızla akıyor.... Yavaş... Adana'da ise zaman sizin önünüzde koşarcasına da gitmiyor hemen yanı başınızda tıpkı bir yol arkadaşı gibi. Çocukken daha sık geldiğiniz yerlere şimdilerde gidince değişikler de size benziyor. Onlarda sizinle beraber büyümüş sizinle nefes almış gibi. 
Turist olmanın güzelliğine de alışıyor insan her şeye alıştığı gibi... Fırsatınız olduğunda kapalı alanlara değil de doğayı hissedebileceğiniz yerlere gidin nacizane bir tavsiye.  Bazen şanslı olsak da geçen yıllarla gördüğümüz , o alıştığımız yerler yerini beton binalara bırakabiliyor....

3 Aralık 2017 Pazar

DUR VE DÜŞÜN


                Bazen başlamak için  aranılan o ilk kelime öylesine vakit alır ki şaşırırsınız. Bu yüzden uzun cümleler kurar sonunu göremediğiniz yüklemlerde anlamsızca dolanırsınız. Kırgınlıklarınız birbirine girer hayalleriniz bir rüyaya dönüşür. Uyandığınızda unutmaktan korktuğunuz düşlerin yerini tutarlar. İşte öyle zamanlarda bir süre de olsa yalnız kalmak istersiniz. Bu süre bir an olur ay olur ya da yıl olur. Yorgunum cümlesinin ağırlığı altında ezilmemek için çabaladıkça zaman; tutulamaz olur. Üzülürsünüz. Kayıp giden zamana değil çabaladıkça elinizde kalan düş kırıklıklarının oluşturduğu izlere... İzler derindir. İzler üstünkörü olmamıştır daha bir özenlidirler sanki. En alakasız durumlarda aklınıza birden bire gelen anılarınız gibi. Eski fotoğraflara bakarken bu fotoğrafta durmuş kalmışım. Yeşillikler içerisinde bir ağaç. Önü sıra akşamın habercisi yansımakta; yalnız ancak dirençli dallarını uzatmak istediği yerler için heyecanlı... Tek kelime ile "canlı". Yaşayan... Hakkını vermekte. O an fark edemiyor insan ancak daha sonra dönüp de ince ayrıntıları fark ettiğinde hayran kalmanın o tebessümünde takılıp kalıyor. Zamanı durdurmak değil de zamanın güzel kısmını anmanın kanıtı gibi öylesine hayat dolu anlarla karşılaşmak şaşkınlığın hemen yanı başında duraksıyor.
           Anlam ararken kayboluyoruz kalbimizin ve aklımızın sokaklarında. Bilemem ancak; anlam detaylar; detaylarında filtrelere ihtiyacı olmayan doğallığında saklı sanki ... Güzellik kalplerde özellikle kırk kilit altında tuttuğumuz samimiyette... Samimiyetimizi kaybetmeyelim. Onu muhafaza edelim derken de unutmayalım; sakladığımız yerde...

27 Kasım 2017 Pazartesi

KARALAMALAR

   
      Hep söylemişimdir;
 şehirlerin de insanlar gibi ruhları ve karakterleri var. Bugün not defterimdeki en sıradan en çalışkan hatta en uykulu günlerimden bir gündü... Ama güneş tüm canlılığını cömertçe sunarken boş durmak olmazdı değil mi! 
Adana'da kış güzel geçer. Yağmur bile geleceği zamanı usul usul hissettirir hazırlıksız yakalamaz; kış mevsimi rengi diye bir renk olmaz. 
Renkler solmaz renkler canlıdır. Yaşayan bir şehirdir. Bu yüzden midir sevgim bilemem ama benim için hikayesi olan özel bir şehir. Kalabalıklarda yalnızlık 
yerine fazlasıyla yaşamın içinden olduğunuzu hissedersiniz. Tüm ulaşım vasıtalarında insanlar susmaz konuşurlar; kimileri biraz yüksek sesle hayatlarından kesitler sunarken kimileri ise yorgunluklarını çevreyi izleyerek geçiştirmeyi denerler. Benim gibi... 
Otobüs yolculuklarını sevmemin de en güzel kısmı; gerçekten görmek. Resimdeki yer 
Adana Tren Garı. Yolcukların hiç bitmeyeceğini gösteren bir zaman makinesi sanki. Gidenler ve kalanların en hisli tanığı. Bilmiyorum görme fırsatınız oldu mu; Adana'ya uğrarsanız eğer buraya da bakmadan gitmeyin. 
Tüm yolların kesim kavşağında bulunan eğer ki işiniz varsa çarşıda mutlaka önünden geçtiğiniz bir durak. Bazen bir zaman makinesi giriş kapısı gibi geliyor. İçeri adım attığınızda gürültülü kalabalık bambaşka bir dünyaya yerini bırakıyor.

 Anılar size el sallarken Çukurova 
yolculuğunuza bir başka bakıyorsunuz.100 yıldan daha fazla bir yaşı olan bu istasyon zaman yorgunluğuna inat canlı capcanlı!!! İstemsizce saygı duyuluyor; bunca mevsimlere bunca kalabalıklara tüm yorgunluklarıyla bende varım ifadesine.
Ara ara Adana'daki sevdiğim tarihi yerleri paylaşacağım... Hikayesi olan insanlar gibi onlarda her birinin güzel hikayeleri var. Dinlenilmeye okunmaya değer hikayeleri...