Çehov kitapları serisine devam... Okuduğum üçüncü kitap; Altıncı Koğuş. Koğuş kelimesi bana Peyami Safa kitaplarındaki hastane sayfalarını hatırlatıyor. Koğuş, eskiden hastanenin büyük bir odasında yatan hastaların bulunduğu alana denirmiş. Altıncı koğuş, akıl hastalarının bulunduğu yere verilen ad. Bu kitap 96 sayfadan oluşan kısa bir kitap. Kısa ama oldukça etkili...
Kitap tanıtım rehberinden;
"Hastanenin tek doktoru Andrey Yefimiç ile soylu bir aileden gelen Ivan Dmitriç Gromov arasında geçen diyaloglar, yazarın derin felsefi çözümlemeleri ve olağanüstü ve duyarsızlığı hakkında okuyucuyu düşünmeye ve sorgulamaya teşvik eder. "
Bazı kitaplar tek bir kez dahi okusanız zihninizde derin izler bırakır. İkinci kez elinize almak için biraz zaman geçmesi gerekir. Altıncı koğuş, böyle bir kitap. Okumanızı tavsiye ederim. Okurken sıkılmadım ancak paragraf aralarında okuyucuyu yakalayan öyle cümleler var ki insanlığın yozlaşmışlığı ve toplumsal duyarsızlığı korku veriyor. Dönem Rusya'sının yaşadığı ekonomik sorunları ve yozlaşmış olan kurumların bir taşra hastane penceresinden aktarılması, bizlere acımasızlıkla ilgili de bir çerçeve çiziyor. Hastane personeli Nikita'ya çok kızdığımı belirtmeliyim. Ruhsuz bir duygusuzluk acımasızlıkla birleştiğinde insanlık nerede kalır? Baş kahramanımız olan doktor; Rusya'nın bir taşra kasabasında toplumun vurdumduymazlığından ve sıradanlığından yakınmaktadır. Düşüncelerini Altıncı koğuştaki İvan Dmitriç ile paylaştığında ;"Gidin bu öğretileri sıcacık, turunç kokan Yunanistan’da yayın. Söyledikleriniz bu iklime göre değil. Diyojen’ in sıcak bir odaya ihtiyacı yoktu. Bütün bunlar olmadan da orada hava sıcak zaten. Eğer Rusya’da yaşamak zorunda kalsaydı bırakın aralık ayını, mayısta bile bir oda isterdi kendine. Muhtemelen soğuktan iki büklüm kalırdı." Demiştir.
Bu sohbetler bir süre sonra ise doktoru başka sorgulamalara sürükler. Sonunda ise onu çevreleyen insanlar fazla düşünmek zarardır dercesine Altıncı koğuşta kapıları onun yüzüne kaparlar.